3 Ocak 2008 Perşembe

Karanlığın sorumlusu: CHP

Karanlığın sorumlusu:
Atatürkçülükten ve
sine-i milletten kaçan CHP

 

Onurlu tavır mı, nafile boykotu mu?

Ve sonunda Abdullah Gül, AKP’lilerin oylarıyla ve MHP-DTP ittifakının desteğiyle Türkiye’nin ilk Cumhuriyet karşıtı, Şeriatçı Cumhurbaşkanı oldu. Bir taraftan dinci basın “Cumhur Köşkte” manşetleriyle sevinç içindeyken, diğer taraftan da “ulusal güçlerin” sessizlik içinde olayları izlemesine tanık olduk. Çok değil, daha nisan ayında mitingler düzenleyenler, AKP’nin Cumhurbaşkanı seçtirmesini engellemek isteyenler sanki onlar değildi… TBMM’deki oylamalara katılmayan tek parti ise CHP oldu. Bu nedenle de aynı tavırlarını koruduklarını ve onurlu davrandıklarını iddia ettiler.

Sürece baktığımız zaman, AKP’nin ve Abdullah Gül’ün önünü açan esas güç MHP olarak görülmektedir. Gerçekten de MHP, Türk vatandaşını milliyetçilik yaparak AKP ve PKK’yı engelleyecek parti imajıyla kendisine oy vermeye davet etmişti. MHP’nin ilk icraatı da, AKP’nin istediği ismi cumhurbaşkanı olarak seçmesine yeşil ışık yakması olmuştur; ancak buna rağmen MHP’nin oylamalara katılıp, CHP’nin boykota devam etmesi CHP’yi aklayabilir mi? Biz pek öyle düşünmüyoruz.

İş işten geçtikten, AKP’nin MHP ve DTP’nin 367 desteğiyle rahatça bu seçimi yaptıracağı ortaya çıktıktan sonra, CHP’nin boykotu açıkça bir nafile boykottur. Tek anlamı da “dostlar alışverişte görsün” anlayışıdır. Böylece CHP ne kriz çıkartmıştır ne de Gül’ü desteklemiştir. İdare-i maslahat Baykal’a, Atatürkçülüğe ilk ihanet edenlerden mirastır. Baykal ve CHP gerçekten de yine başarılı bir idare etme yöntemi bulmuştur; ama bundan sonra CHP’nin kendisini bile idare etmesi mümkün olamayacaktır, yapılanın aslında bir siyasi intihar olduğunu görmek gerekir. CHP, kendisini muhalefette mutlu hisseder ancak artık bu da olanaklı değildir. CHP, sine-i milletten kaçarak aslında AKP’nin en çok minnettar olması gereken misyonu yerine getirmiştir.

İsterseniz son beş aylık süreci bir daha değerlendirelim.

CHP, sine-i milletten kaçarak mücadeleyi sabote etti

Baykal, Gül’ün seçilmesinin hemen ardından yaptığı açıklamada çok anlamlı mesajlar verdi! “Mesafeli ve düzeyli bir ilişkimiz olacak. Önümüzdeki dönemde gerek iç politikada gerekse uluslararası düzeyde Türkiye’yi önemli dönemeçler bekliyor. Ülkenin bu zor dönemlerden geçişinde CHP üstüne düşen görevleri yerine gtirecektir”. Baykal doğru söylüyor, Türkiye sıkıntılı bir döneme giriyor. İçeride Şeriatın ve federasyonun gündeme geleceği, dışardan da emperyalistlerin baskılarının artacağı bir döneme girdik. Bu dönemde de AKP’li bir Cumhurbaşkanı emperyalistlerin, gericilerin ve PKK’nın tek eksiğiydi, onu da CHP sayesinde almış oldular.

Daha Danıştay saldırısı gerçekleştiği zaman TÜRKSOLU, CHP’ye sine-i millete dönerek AKP hükümetinin meşruluğunu ortadan kaldırmasını ve halk muhalefetinin başına geçmesini önermiştik. AKP’nin elinin çok zayıfladığı o günlerde CHP buna cevap vermedi. Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci gelip çattığında ise sine-i millet olayların gidişatını değiştirebilecek tek seçenek olarak ortadaydı. Defalarca yaptığımız uyarılara rağmen CHP ısrarla bu çıkıştan kaçındı. Baykal, “Meydanlara milyonlarca insan inmeden sine-i millete dönmem.” dedi, bu milyonlar sokaktayken Baykal ve CHP, Meclis’te kalmaya devam etti.

Aslında, bu süreçte mücadeleye giren tüm ulusal güçlerin zaafı bir noktada kilitleniyordu. Mitingler ve tüm mücadele süreci sadece AKP’li birinin Cumhurbaşkanı olmasını engellemek üzerine kurulmuştu ve tüm bu kesimin soluğu da ancak 22 Temmuz’a kadar dayandı. Sürecin, AKP’ye, ABD’ye cepheden karşı konumlanacak, Kürt-İslam faşizmine karşı açıktan mücadele edecek, antiemperyalist, milliyetçi ve sol bir eksene kayması bizzat sürecin örgütleyicileri tarafından engellenmiştir. Süreç sadece bir laiklik mücadelesine indirgenmeye çalışılmıştır; ama işte gelinen nokta da ortadadır. Antiemperyalist ve solcu olmadan gerçek bir laiklik mücadelesi de verilemez, verilmeye kalkılırsa da sonuç böyle olur. Bu nedenle bugün Abdullah Gül gibi bir Kürt-İslamcının Cumhurbaşkanı olmasının en büyük sorumlusu ısrarla milletten, soldan ve milliyetçilikten kaçan CHP’dir.

Sağcılaşan ve ABD’yle uzlaşan CHP

Şemdinli olaylarının ardından CHP, kısa süreli bir toparlanma dönemi geçirdi. Aslına bakılırsa, burada yaşanan durum da CHP’nin kendi inisiyatifiyle oluşan bir dönüşüm değildi. Kürt-İslam cephesinin Ordu’yu tasfiyeye yönelik tertipleri karşısında oluşan Genelkurmay merkezli tavır bir süre için CHP’yi de kendi eksenine katmayı başardı. CHP, dört yıl boyunca AKP’nin tüm gerici, bölücü politikalarına sessiz kalmışken bir anda Atatürkçü ve Türk milliyetçisi bir yönelime girdi. Bizse, bu durumun samimiyetsiz olup olmadığına bakmadan olumlu yanlarını destekledik. Sonuçta CHP’yi bu noktaya gelmeye zorlayan şey de, Türk halkının ve Ordusunun antiemperyalist, milliyetçi yönelimiydi. Ancak CHP açısından, belirleyici olan Türk Milleti olmadı. ABD’li Grossmann’ın bir açıklaması CHP’nin hizaya gelmesine yetti. “Seçimlerde ABD karşıtlığını kullananları affetmeyeceğiz.” diyen ABD, CHP’yi de istediği kalıba soktu.

CHP, işe serbest piyasayı ve AB’yi savunduklarını açıklamakla başladı. Böylece daha ilk adımda solcu ya da milliyetçi olmadığını ilan etmiş oluyordu. Ordunun Kuzey Irak’a müdahalesi konusunda bilinçli bir şekilde sessiz kalan CHP, böylece hem PKK’yı rahatlatmış oldu hem de AKP’nin 22 Temmuz gibi kendisi açısından elverişli bir anda seçim yapmasını sağladı. Müdahale gerçekleşmesi durumunda Kürt-İslamcı AKP’nin de bir inisiyatifi kalmayacaktı.

Diğer taraftan da, CHP bir merkez sağ parti olmayı istediğini ifade edercesine İlhan Kesici, Lütfullah Kayalar gibi sağın önde gelen isimlerini aday gösterdi. Bu durum da gene AKP’yi güçlendirdi ve merkez sağın da AKP’de toplanmasına neden oldu. TÜRKSOLU olarak uyarıyı açık bir şekilde defalarca yaptık: CHP’nin bu şekilde bir tavırla oyunu hele hele milletvekili sayısını artırması mümkün olmayacaktı. Seçimlerden birinci parti olarak çıkacak bir AKP’nin karşısında ise artık yapacak bir şeyi kalmayacaktı.

Atatürkçülükten, soldan bilinçli olarak kaçıp ABD’ye yanaşan, sağcılaşan CHP’nin sonu gelmiştir; ama kendi ipini çekerken Türkiye’ye de AKP’nin yeni iktidar dönemini ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını “hediye” etmiştir.

Aslında CHP’nin son beş yılına baktığımız zaman bile bugün yaptıklarının sistemli bir sağcılaşmanın ve teslimiyetin sonucu olduğunu görmeliyiz. 2002 seçimlerinin ardından Başbakanlığı bırakın, millevekili de olamayan Tayyip Erdoğan’ın önünü CHP nasıl açtıysa bugün de bilinçli olarak mücadeleden, sine-i millet seçeneğinden, soldan, antiemperyalizmden kaçarak Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını da öyle sağladı. ABD, AKP, PKK ve tüm Türk karşıtı cephe CHP’ye ne kadar teşekkür etse azdır.

CHP’nin teslimiyeti, gelinen noktanın sebebidir

CHP, Atatürk’ün ölümünden sonra aşama aşama Atatürkçülüğe ihanet etmiş bir partidir. Adım adım emperyalizmle uzlaşmış, solculuktan, milliyetçilikten vazgeçmiş ve en sonunda AKP’den tek farkı laik olmasından ibaret kalmış bir parti olmuştur. CHP, bugün iktidar olmayı zaten hiç istemeyerek 22 Temmuz seçimlerine girmiştir. Oyunu artıracak politikalardan bilinçli olarak uzak durmuştur.

Yaşanan Kürt-İslamcı yükselişin karşısında Atatürkçü alternatif olabilecekken bundan kaçmıştır; çünkü bunu yapmanın ABD ile de yüzleşmeyi gerektirdiğini bilmektedir. Bu teslimiyet CHP’nin yaşadığı Atatürkçü olamama gerçeğinin son perdesidir.

Oturup CHP için üzülmemizi kimse beklemesin. CHP’yi düzeltmek için bir mücadeleye girişmemizi kimse ummasın. CHP’nin artık siyasi ömrü bitmiştir. Bize, yani bu ülkede Türk olarak, bağımsız, Kürt-İslam faşizminden kurtulmuş bir şekilde yaşamak isteyenlere düşen tek görev, gerçek Atatürkçülüğün, gerçek solun siyasal yapısını kurmaktır.

Seçeneksiz ve çıkışsız değiliz, seçenek TÜRKSOLU ve Milli Mücadeledir. Görevini yapmayanlardan bir şey beklenemez. Görev milletindir, Atatürkçülerindir, devrimcilerindir.

türksolu.org

Hiç yorum yok: