26 Ocak 2008 Cumartesi

Biz de hayranız!

CHP�nin �Reis Bey�i CNN Türk�te bir programa katıldı ve �Türkiye, din devletine mi gider demek istiyorsunuz� diye soran gazeteciye, �Bunu görmeyenlere hayranım� karşılığını verdi.
Ardından da ülkenin 20 yıl sonra nasıl bir noktaya geleceğinin düşünülmesi gerektiğini söyledi...

***

Biz hep düşünüyoruz Reis Bey!
Sadece düşünmekle kalmıyor, �küfür, tehdit ve hakarete uğramak�, �darbecilikle suçlanmak� pahasına her fırsatta yazıyoruz bu tehlikeyi...
Uykularımız kaçıyor!
Peki; sen ne yapıyorsun?
Türkiye�yi bu gidişten kurtaracak belki de tek siyasi yapılanmanın başına kazık çaktın; milyonlarca yurtseveri CHP�den uzak, parçalanmış bir halde, �adressiz� tutarak AKP�ye hizmet ediyorsun...
Öylesine açık hizmet ediyorsun ki, Başbakan bile sana herkesin önünde teşekkür etme gereği duyuyor!
Çünkü milyonlarca laik, demokrat, cumhuriyetçi vatandaş senin yüzünden CHP�nin yanına bile yaklaşmıyor!
Kendisini partinize oy vermek zorunda hisseden yüz binlerce kişi de, �Oyumun sana yarayan kısmı haram olsun Baykal� diyerek gidiyor sandık başına...
Değişik görüşlere gösterdiğin tahammülsüzlükle...
Dar kadrocu, hizipçi yönetim anlayışınla...
Sekreterinle, avukatınla, eşinle, dostunla...
Kurultaylarda koltuğuna talip olan her adayı döven, yumruklayan, kafa atan, eşlerini taciz eden adamlarınla yedin, bitirdin bu partiyi!

***

Milyonlarca CHP�li, söylediklerine, düşündüklerine değil...
Sana karşı Reis Bey!
CHP�yi güdükleştirmene, işlevsizleştirmene, AKP�ye hizmet eder hale getirmene karşı!
Formül çok basit; o saray gibi binadan, makam odasından, altındaki lüks arabadan, imtiyazlarından, ilişkilerinden vazgeçecek ve bugüne kadar seni taşıma tahammülü gösteren herkese teşekkür edip köşene çekileceksin!
Eğer ille de siyaset yapmak istiyorsan, evinde eşine muhalefet edeceksin...
Sana söz; ülke sorunları hakkında �fikrin geldiğinde� bana telefon edersin, �Bitti, gitti� demem, söylediklerini yayınlarım!
Ama bu kadar!

***

Kısacası, git, çekil, ayrıl, bırak; bir hezimet daha yaşatmadan kurtar şu partiyi kendinden!
Yerine gelecek en basiretsiz yöneticinin bile CHP�yi senden çok daha iyi yöneteceğini, senden daha iyi muhalefet edeceğini, en azından AKP�ye hizmet etmeyeceğini gör artık!
İşte senin görmediğin de bu Reis Bey!
Biz de bu yüzden sana hayranız...

*****

3 Ocak 2008 Perşembe

CHP Nasıl İktidar Olur? - Erol Manisalı

CHP Nasıl İktidar Olur?

Erol Manisalı

- Önce, CHP nasıl ''halka iner'' diye kendi kendime soruyorum...

- Ardından, iktidar olması için ''Nasıl bir CHP olmalı'' diye düşünüyorum. Ölçmeye, biçmeye çalışıyorum!.. Kafamda bir CHP tasarlıyorum... kimileri fazla ütopik... kimileri de aşırı ''gerçekçi'' bulabilir! Ben yine de izninizle söylemek istiyorum.

1) CHP, ''halkçı bir kimliğe'' bürünmek zorundadır. Ancak, ''ben halkçıyım'' diyerek halkçı olunmaz. Sağlam işçi sendikalarıyla, çiftçi örgütleriyle, memur ve esnaf kuruluşlarıyla ''bütünleşmesi'' gerekir. Bütünleşmek demek, ''organik ve kimyasal olarak'' onların parçası olmak demektir.

Bu ''halk örgütleriyle'' birlikte, onların çıkarları doğrultusunda politikalar ve programlar belirlemek demektir. Sadece ''uzmanlar kadrosu'' ile belirlenen programlar daha en baştan, halkçı olma kimliklerini kaybederler. Hatta, ''halka rağmen'' pozisyonuna bile gelebilirler.

2) Laikliği savunan CHP, savunduğu laikliğin ''niçin halkın egemenliği ile özdeşleşmek durumunda olduğunu'' , kendi içine de sindirerek ortaya koymak zorundadır. Çünkü laiklik, temelinde, tek egemen gücün halk olduğunun kabulüdür. Hem içerde, hem dışarıda...

3) Eğer CHP bunu da benimsemişse, halkçılığın bu coğrafyada ve tarihin bu topraklardaki seyri içinde, ''antiemperyalist politikaların ayrılmaz bir parçası olduğunu'' itiraf etmek ve içine sindirmek zorundadır.

Eğer bunu içinde sindirmezse ne halkçılık, ne laiklik, ne de Cumhuriyet kalır. Hele hele demokrasi, hiç mi hiç ortalıkta görülmez. Sonuçta sadece biçimsel demokrasi ve örtülü faşizm kalır. Üstüne bazen türban, bazen de fötr şapka örtülür. Diğer adı da ''Amerikan demokrasisidir'' . Kola, Amerikan bezi, Amerikan postalı gibi bir şey işte...

4) Yukarıdaki üç nokta birbirlerini tamamlarlar ve sonuçta ben ''sınıfsal demokrasiyi savunuyorum; bunun için de sendikalarla, meslek kuruluşlarıyla işbirliği yapmalıyım'' diyebilmelidir.

<I>Yukarıda ana başlıklarını sıraladığım şeyler Türkiye'deki bir halkçı partinin savunması gereken fikirlerin özetinin özetidir. ''AB müktesebatı'' kadar olmasa bile (!) daha eklenecek çok şey vardır. Örneğin, parti içi demokrasinin iyi işlemesi gibi. </I>

<I></I>

<I>CHP'nin dış yapısı işçi sendikaları gibi halkçı örgütler üzerine oturmuş olsa parti içi demokrasi de kendiliğinden oluşacaktır. Çünkü partinin kimliği ve işlevselliği örgütlerle birlikte yürütülür. </I>

<I>İktidarın koşulları... </I>

<I></I>

<I>Kafamızı fazla karıştırmadan CHP'nin iktidar olma formülünü araştıralım. Şu sorulara yanıt arayalım:</I>

1) Bugün Türkiye'de büyük halk kitleleri, büyük çoğunluk ezilmişliğe, sömürgeleşmeye karşı. Örgüt olmadığı için, halk bir kitaba, ''Şu Çılgın Türkler'' e muhtaç hale gelmiş. O zaman CHP'nin ''bu boşluğa yanıt veren bir kimliğe'' nasıl ulaşacağını bulmak gerekir.

<I>2) Halkçı </I>olduğunu, fiilen köylünün, işçinin, memurun, esnafın yanında yer alarak ortaya koymalıdır. Bunu ortaya koymak için gereken politikaları üretmek zorundadır.

- Örneğin tarımda çiftçiyi, tekelci dev şirketlere karşı nasıl koruyacağını açıklamalıdır.

- İç piyasanın yabancılar tarafından işgaline karşı işçinin yanında nasıl duracağını söylemelidir.

- Ulusal sanayiye nasıl destek vereceğini göstermelidir.

3) Bir de, ABD'nin ve AB'nin Lozan'ı ortadan kaldırmaya yönelik politikalarına karşı ''sadece kuru şikâyetle yetinmemelidir''. Örneğin Türkiye'nin Rusya, Çin, Hindistan gibi Asya devletleri ile ilişkisini geliştirmesi gerektiğini, korkmadan söyleyebilmelidir.

İşte bunları yapabilmiş bir CHP, iktidarın rakipsiz adayı olur. Ancak CHP'nin yapısı acaba böyle bir değişikliğine fırsat verir mi? Acaba CHP'li milletvekilleri bu yazdıklarımı hayalci mi buluyorlar? Yoksa, ''Neden olmasın, bir tetikleme yeter, hareket başlayabilir'' diye düşünen kimi milletvekilleri var mı?

- CHP de ''yukarıdakileri'' bilmem ama, ''aşağıdakiler'' bu söylediklerime sağduyu ile yaklaşıp destek verebiliyorlar.

- Ancak, Kemal Derviş zihniyetinden hâlâ medet umanlar ne halkçı, ne Cumhuriyetçi ve ne de demokratik olabilirler. Türkiye'de, emperyalizme karşı ''hayır'' demesini öğrenmeden halkçı, Cumhuriyetçi ve laik olunamaz. Ne olurlar? Kimi türban, kimi de papyon takarak IMF'nin kucağına otururlar.

Amerigo Vespucci gibi, doğudan da batıdan da aynı noktaya çıkılır.

kaynak: CUMHURiYET

Karanlığın sorumlusu: CHP

Karanlığın sorumlusu:
Atatürkçülükten ve
sine-i milletten kaçan CHP

 

Onurlu tavır mı, nafile boykotu mu?

Ve sonunda Abdullah Gül, AKP’lilerin oylarıyla ve MHP-DTP ittifakının desteğiyle Türkiye’nin ilk Cumhuriyet karşıtı, Şeriatçı Cumhurbaşkanı oldu. Bir taraftan dinci basın “Cumhur Köşkte” manşetleriyle sevinç içindeyken, diğer taraftan da “ulusal güçlerin” sessizlik içinde olayları izlemesine tanık olduk. Çok değil, daha nisan ayında mitingler düzenleyenler, AKP’nin Cumhurbaşkanı seçtirmesini engellemek isteyenler sanki onlar değildi… TBMM’deki oylamalara katılmayan tek parti ise CHP oldu. Bu nedenle de aynı tavırlarını koruduklarını ve onurlu davrandıklarını iddia ettiler.

Sürece baktığımız zaman, AKP’nin ve Abdullah Gül’ün önünü açan esas güç MHP olarak görülmektedir. Gerçekten de MHP, Türk vatandaşını milliyetçilik yaparak AKP ve PKK’yı engelleyecek parti imajıyla kendisine oy vermeye davet etmişti. MHP’nin ilk icraatı da, AKP’nin istediği ismi cumhurbaşkanı olarak seçmesine yeşil ışık yakması olmuştur; ancak buna rağmen MHP’nin oylamalara katılıp, CHP’nin boykota devam etmesi CHP’yi aklayabilir mi? Biz pek öyle düşünmüyoruz.

İş işten geçtikten, AKP’nin MHP ve DTP’nin 367 desteğiyle rahatça bu seçimi yaptıracağı ortaya çıktıktan sonra, CHP’nin boykotu açıkça bir nafile boykottur. Tek anlamı da “dostlar alışverişte görsün” anlayışıdır. Böylece CHP ne kriz çıkartmıştır ne de Gül’ü desteklemiştir. İdare-i maslahat Baykal’a, Atatürkçülüğe ilk ihanet edenlerden mirastır. Baykal ve CHP gerçekten de yine başarılı bir idare etme yöntemi bulmuştur; ama bundan sonra CHP’nin kendisini bile idare etmesi mümkün olamayacaktır, yapılanın aslında bir siyasi intihar olduğunu görmek gerekir. CHP, kendisini muhalefette mutlu hisseder ancak artık bu da olanaklı değildir. CHP, sine-i milletten kaçarak aslında AKP’nin en çok minnettar olması gereken misyonu yerine getirmiştir.

İsterseniz son beş aylık süreci bir daha değerlendirelim.

CHP, sine-i milletten kaçarak mücadeleyi sabote etti

Baykal, Gül’ün seçilmesinin hemen ardından yaptığı açıklamada çok anlamlı mesajlar verdi! “Mesafeli ve düzeyli bir ilişkimiz olacak. Önümüzdeki dönemde gerek iç politikada gerekse uluslararası düzeyde Türkiye’yi önemli dönemeçler bekliyor. Ülkenin bu zor dönemlerden geçişinde CHP üstüne düşen görevleri yerine gtirecektir”. Baykal doğru söylüyor, Türkiye sıkıntılı bir döneme giriyor. İçeride Şeriatın ve federasyonun gündeme geleceği, dışardan da emperyalistlerin baskılarının artacağı bir döneme girdik. Bu dönemde de AKP’li bir Cumhurbaşkanı emperyalistlerin, gericilerin ve PKK’nın tek eksiğiydi, onu da CHP sayesinde almış oldular.

Daha Danıştay saldırısı gerçekleştiği zaman TÜRKSOLU, CHP’ye sine-i millete dönerek AKP hükümetinin meşruluğunu ortadan kaldırmasını ve halk muhalefetinin başına geçmesini önermiştik. AKP’nin elinin çok zayıfladığı o günlerde CHP buna cevap vermedi. Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci gelip çattığında ise sine-i millet olayların gidişatını değiştirebilecek tek seçenek olarak ortadaydı. Defalarca yaptığımız uyarılara rağmen CHP ısrarla bu çıkıştan kaçındı. Baykal, “Meydanlara milyonlarca insan inmeden sine-i millete dönmem.” dedi, bu milyonlar sokaktayken Baykal ve CHP, Meclis’te kalmaya devam etti.

Aslında, bu süreçte mücadeleye giren tüm ulusal güçlerin zaafı bir noktada kilitleniyordu. Mitingler ve tüm mücadele süreci sadece AKP’li birinin Cumhurbaşkanı olmasını engellemek üzerine kurulmuştu ve tüm bu kesimin soluğu da ancak 22 Temmuz’a kadar dayandı. Sürecin, AKP’ye, ABD’ye cepheden karşı konumlanacak, Kürt-İslam faşizmine karşı açıktan mücadele edecek, antiemperyalist, milliyetçi ve sol bir eksene kayması bizzat sürecin örgütleyicileri tarafından engellenmiştir. Süreç sadece bir laiklik mücadelesine indirgenmeye çalışılmıştır; ama işte gelinen nokta da ortadadır. Antiemperyalist ve solcu olmadan gerçek bir laiklik mücadelesi de verilemez, verilmeye kalkılırsa da sonuç böyle olur. Bu nedenle bugün Abdullah Gül gibi bir Kürt-İslamcının Cumhurbaşkanı olmasının en büyük sorumlusu ısrarla milletten, soldan ve milliyetçilikten kaçan CHP’dir.

Sağcılaşan ve ABD’yle uzlaşan CHP

Şemdinli olaylarının ardından CHP, kısa süreli bir toparlanma dönemi geçirdi. Aslına bakılırsa, burada yaşanan durum da CHP’nin kendi inisiyatifiyle oluşan bir dönüşüm değildi. Kürt-İslam cephesinin Ordu’yu tasfiyeye yönelik tertipleri karşısında oluşan Genelkurmay merkezli tavır bir süre için CHP’yi de kendi eksenine katmayı başardı. CHP, dört yıl boyunca AKP’nin tüm gerici, bölücü politikalarına sessiz kalmışken bir anda Atatürkçü ve Türk milliyetçisi bir yönelime girdi. Bizse, bu durumun samimiyetsiz olup olmadığına bakmadan olumlu yanlarını destekledik. Sonuçta CHP’yi bu noktaya gelmeye zorlayan şey de, Türk halkının ve Ordusunun antiemperyalist, milliyetçi yönelimiydi. Ancak CHP açısından, belirleyici olan Türk Milleti olmadı. ABD’li Grossmann’ın bir açıklaması CHP’nin hizaya gelmesine yetti. “Seçimlerde ABD karşıtlığını kullananları affetmeyeceğiz.” diyen ABD, CHP’yi de istediği kalıba soktu.

CHP, işe serbest piyasayı ve AB’yi savunduklarını açıklamakla başladı. Böylece daha ilk adımda solcu ya da milliyetçi olmadığını ilan etmiş oluyordu. Ordunun Kuzey Irak’a müdahalesi konusunda bilinçli bir şekilde sessiz kalan CHP, böylece hem PKK’yı rahatlatmış oldu hem de AKP’nin 22 Temmuz gibi kendisi açısından elverişli bir anda seçim yapmasını sağladı. Müdahale gerçekleşmesi durumunda Kürt-İslamcı AKP’nin de bir inisiyatifi kalmayacaktı.

Diğer taraftan da, CHP bir merkez sağ parti olmayı istediğini ifade edercesine İlhan Kesici, Lütfullah Kayalar gibi sağın önde gelen isimlerini aday gösterdi. Bu durum da gene AKP’yi güçlendirdi ve merkez sağın da AKP’de toplanmasına neden oldu. TÜRKSOLU olarak uyarıyı açık bir şekilde defalarca yaptık: CHP’nin bu şekilde bir tavırla oyunu hele hele milletvekili sayısını artırması mümkün olmayacaktı. Seçimlerden birinci parti olarak çıkacak bir AKP’nin karşısında ise artık yapacak bir şeyi kalmayacaktı.

Atatürkçülükten, soldan bilinçli olarak kaçıp ABD’ye yanaşan, sağcılaşan CHP’nin sonu gelmiştir; ama kendi ipini çekerken Türkiye’ye de AKP’nin yeni iktidar dönemini ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını “hediye” etmiştir.

Aslında CHP’nin son beş yılına baktığımız zaman bile bugün yaptıklarının sistemli bir sağcılaşmanın ve teslimiyetin sonucu olduğunu görmeliyiz. 2002 seçimlerinin ardından Başbakanlığı bırakın, millevekili de olamayan Tayyip Erdoğan’ın önünü CHP nasıl açtıysa bugün de bilinçli olarak mücadeleden, sine-i millet seçeneğinden, soldan, antiemperyalizmden kaçarak Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını da öyle sağladı. ABD, AKP, PKK ve tüm Türk karşıtı cephe CHP’ye ne kadar teşekkür etse azdır.

CHP’nin teslimiyeti, gelinen noktanın sebebidir

CHP, Atatürk’ün ölümünden sonra aşama aşama Atatürkçülüğe ihanet etmiş bir partidir. Adım adım emperyalizmle uzlaşmış, solculuktan, milliyetçilikten vazgeçmiş ve en sonunda AKP’den tek farkı laik olmasından ibaret kalmış bir parti olmuştur. CHP, bugün iktidar olmayı zaten hiç istemeyerek 22 Temmuz seçimlerine girmiştir. Oyunu artıracak politikalardan bilinçli olarak uzak durmuştur.

Yaşanan Kürt-İslamcı yükselişin karşısında Atatürkçü alternatif olabilecekken bundan kaçmıştır; çünkü bunu yapmanın ABD ile de yüzleşmeyi gerektirdiğini bilmektedir. Bu teslimiyet CHP’nin yaşadığı Atatürkçü olamama gerçeğinin son perdesidir.

Oturup CHP için üzülmemizi kimse beklemesin. CHP’yi düzeltmek için bir mücadeleye girişmemizi kimse ummasın. CHP’nin artık siyasi ömrü bitmiştir. Bize, yani bu ülkede Türk olarak, bağımsız, Kürt-İslam faşizminden kurtulmuş bir şekilde yaşamak isteyenlere düşen tek görev, gerçek Atatürkçülüğün, gerçek solun siyasal yapısını kurmaktır.

Seçeneksiz ve çıkışsız değiliz, seçenek TÜRKSOLU ve Milli Mücadeledir. Görevini yapmayanlardan bir şey beklenemez. Görev milletindir, Atatürkçülerindir, devrimcilerindir.

türksolu.org

Sayılara tutunanlar: Baykal ve Perinçek

Gerçeğe tutunmak yerine hayallere tutunmayı “tek yol” olarak seçenler ne denli etkileyici olurlar, bunu önceden bilmek çok zor değil. Kâhin olmaya gerek yok yani.

Sayılara tutunanlar:
Doğu Perinçek ve Deniz Baykal

Son günlerde sözde sol siyasi arenada yeni bir moda yaratıldı. Bu moda, rakamları yan yana getirip önce sayılara ulaşmak, sonra da ortaya çıkardıkları sayılarla güç dengeleri kurarak tabanı etkilemeye çalışmak şeklinde ortaya çıkıyor.

Gerçeğe tutunmak yerine hayallere tutunmayı “tek yol” olarak seçenler ne denli etkileyici olurlar, bunu önceden bilmek çok zor değil. Kâhin olmaya gerek yok yani.

Önce sayısalcılardan başlayalım, ardından sonra ulaşalım.

İlk örnek Cüppeli Doğu Hoca.

Üye sayısı 10 bini geçmeyen, oy oranı da binde bilmem kaçlarda kalan partileriyle her seçimde iktidara alternatif gibi görünmek hevesinden bir türlü vazgeçmeyen, hatta Milli Hükümet kurup kendini Başbakan ilan ederek kendi kanalının kameralarından ve Aydınlık muhabirlerinden oluşan basın ordusunun karşısına testi gibi dizilip pozlar veren Doğu Hoca’nın yeni kehaneti müthiş..

Kanalındaki “Çıkış Yolu” programına çıkan Doğu Hoca, şimdi de 500 binlerden bahsediyor.

22 Temmuz seçimlerinden çok önce toplum önderlerini İP’te birleştirmek maksadıyla bir hamle yapan, ancak bula bula kılıç artığı birkaç MHP’liyi partilileştiren Doğu Hoca, şimdi de AKP’ye karşı 500 bin toplum önderini bir araya getirmekten dem vuruyor. Katıldığı tüm yerel ve genel seçimlerde ulaşamadığı oy sayısını hedefleyen Perinçek’in yeni uyutma politikası bu. Müritleri de, ağızları bir karış açık onu dinliyorlar.

ikinci sayısalcı CHP Genel Merkezi.

Partinin kuruluş yıldönümü olan 9 Eylül’de Sarıgül muhalefetinden kaçarak Anıtkabir’de Atatürk’e sığınan Deniz Baykal ve ihtiyar heyeti, ülke genelindeki CHP’lilere telefon mesajıyla Anıtkabir’deki kalabalığın 100 bin kişiyi aştığını müjdeleyerek nedense “moral” zerkediyordu. Doğu Hoca gibi atmasalar da, müjde olarak verilen sayı oldukça abartılıydı ve mesajı alanları da güldürdü.

Görüldüğü gibi, milyonları bir araya getiren Cumhuriyet mitingleri, sahte solcu cenaha bir sayı hastalığı bulaştırdı.

Oysa görmüyorlar ki, sayılarla uğraşmak yerine Milli Mücadele’ye atılmak için hazır olan milyonlar var; ama onlar halktaki cevheri görmek yerine sayılardan medet umuyorlar.

Onlar oyalana ve oyalayadursunlar...

Milli Mücadeleciler ağacı değil, ormanı görüyorlar.

Vatanını seven ve vatanı için mücadelenin her türlüsünü kabullenecek milyonlar, önümüzdeki dönemde hem Kürt-İslamcı faşistlere ve hem de saymayı öğrenmeye çalışan ilkokul çocukları gibi sayılarla uğraşan gafillere gereken dersi verecektir.

Uzak değil o günler...

türksolu.org

 

 

Solun Fotoğrafı - Nilgün Cerrahoğlu

Solun Fotoğrafı

Nilgün Cerrahoğlu
<I>30.07.2007 Cumhuriyet</I>

'90'lı yıllar ortasında Felipe Gonzalez 'le özel bir görüşme ayarlamak isteyen Baykal 'la bir öğle yemeği yemiştik.

Gonzalez deneyimine CHP liderinin gösterdiği ilgiyi coşkuyla karşılamıştım...

Yemek sonunda içimdeki coşku, yerini düş kırıklığına bırakmıştı.

İspanya'daki demokrasi mucizesinin içeriğinden çok, Baykal'ın heyecanının Gonzalez'le bir fotoğraf karesinde yan yana gelmekten ibaret olduğunu fark etmiştim çünkü; <I>"Avrupa sosyal demokratlarının güçlü lideriyle yan yana bir hava yakalamak!" </I>

Edindiğim izlenime göre, Baykal'ın derdi günü buydu...

Daha sonra İtalya'nın <I>"Zeytin Ağacı"</I> ve Prodi deneyimiyle ilgilenen başka liderlerle karşılaştım.

Onlar da İtalya'ya gittiler geldiler. Prodi'yi gördüler.

<I>"Zeytin Ağacı"</I> kitapçığını Türkçeye çevirtip döndüler.

Bu çabalara bir yerde <I>"çekingen başlangıç adımları" </I>gözüyle de bakılabilir. Ancak son tahlilde mesele, ne demokratik sol programları ders kitabı gibi Türkçeye çevirtmek, ne gazete sayfalarında <I>"Filanca liderle görüştü!"</I> şeklindeki haberlere malzeme sağlamaktan ibaret.

Çeyrek asır önce, Gonzalez'i mutlak çoğunlukla iktidara getiren '82 seçimleri arifesinde; kendisine niye <I>"daha sol bir program seçmediğini"</I> sormuştum:

Aldığım yanıt, o gün bugün kulağıma küpe olmuştur:

<I>"İspanya gibi demokrasiye yeni geçen bir ülkede solun mücadelesi"</I> demişti Gonzalez; <I>"her şeyden önce demokrasinin derinleştirilmesi, yerleştirilmesi, devletin modernleştirilmesiyle başlar!" </I>

Yani <I>"tam, gerçek demokrasinin" </I>olmadığı bir yerde; -eşyanın tabiatı gereği- <I>"sol" </I>diye bir şey olamaz ve soldan bahsedilemez. Siyaset-düşünce yelpazesinin <I>"tüm renklerini eksiksiz kavrayan, kapsayan demokrasinin önü açılacak"</I> ki bir de <I>"solu" </I>olsun!

<I>"Sol"</I> denen şey; demokrasiye geç giren ülkelerde ancak <I>"demokratikleşmenin a-b-c'sinden"</I> başlayarak inşa edilebiliyor...

İspanya deneyimi bana bunu öğretti.

'90'lı yıllardan sonra İtalya'da Prodi'nin <I>"Zeytin Ağacı"</I> tecrübesini izledim.

İtalya'nın temelde gecikmiş bir <I>"demokratikleşme"</I> sorunu falan yoktu. Ama Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla deprem yaşayan sağ-sol partilerin kriziyle bir <I>"</I> Berlusconi <I>meselesi" </I>baş göstermişti.

Ülkenin bir numaralı medya patronu, popülist söylemlerle seçmenleri avucuna almış; her derde deva <I>"kurtarıcı" </I>kontenjanından -siyasi/ekonomik- iktidarı ele geçirmişti.

<I>"Zeytin Ağacı" </I>da İtalya'yı <I>"kurtarıcıdan kurtarmak operasyonuna"</I> odaklanmıştı.

Vahşi kapitalizmin denetiminden refah devletine, dış politikaya ... birbirinden farklı söylem ve duruşlar sergileyen irili ufaklı partileri, seçmen karşısında <I>"tek sese" </I>dönüştürecek ortak bir platform oluşturmak...

Berlusconi karşıtlığının böyle bir platformu bir arada tutacak <I>"ortak tutkalı"</I> yaratmakta yeterli olmayacağını gören Zeytin Ağacı lideri, derhal bir <I>"ortak program" </I>arayışına girdi.

<I>"Programı" </I>oluşturmak için, işe nabız tutarak, tabandan başladı.

100 İtalyan kentini boydan boya otobüs ve bisikletle gezdi. Aylarca İtalyan seçmenlerin sorunlarını, taleplerini dinledi.

Yaşadığı şehir Bologna'da -internet üzerinden diğer kentlerle bağlantılı- büyük bir <I>"araştırma merkezi"</I> kurdu.

Eğitim, sağlık, çevre, ulaşım, sosyal güvenlik, emeklilik sisteminde reform gibi konular üzerinde -tabandan yukarıya iletilen ihtiyaç/talepler doğrultusunda- 180 sayfayı bulan ve ileri aşamalarda süzülerek, işbaşındaki hükümet programına dönüştürülen bir program oluşturdu. Partiler bu program temelinde bir araya geldiler.

<I>"Zeytin Ağacı"</I> nın sonuca giden başarısının kaynağında, ileri bir <I>"katılımcı demokrasi"</I> ve <I>"özgür tartışma ortamı"</I> var...

Program kitapçıkları çevirerek, onla bunla buluşarak olmuyor bu işler...

Bize <I>"katılımcı demokrasinin önşartlarını" </I>yaratacak lider lazım.

CHP aynı CHP - Oktay Ekşi

CHP aynı CHP
UZUNCA bir süredir CHP’nin içinin kaynadığını hepimiz biliyorduk da, neyin ne zaman patlayacağını tahminde zorlanıyorduk.
Nitekim son (22 Temmuz) genel seçimin ardından yapılan ilk Parti Meclisi toplantısında aralarında eski milletvekilleri Gülsün Bilgehan’ın, Kemal Kumkumoğlu’nun, Prof. Dr. Mustafa Özyurt’un da bulunduğu 12 üye Deniz Baykal’ı istifaya davet edip sonunda güvensizlik oyu verdiler.
Onu geçen dönem TBMM’deki CHP Meclis Grup Başkanvekili olan Samsun Milletvekili Prof. Dr. Haluk Koç’un Genel Merkez’e karşı çıkışı izledi.
Koç’un ardından eski Genel Sekreter Yardımcısı İzmir Milletvekili Prof. Dr. Oğuz Oyan’ın isyan sesleri duyuldu.
Ve son olarak da Deniz Baykal’ın son belki 10-15 yıldır en yakın iki kurmayından biri olan Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Eşref Erdem, partideki bütün görevlerinden ayrıldı.
Tabii bütün bunlar durup dururken olmadı.
Hepimiz biliyoruz ki asıl sebep, başta Deniz Baykal ile yakın arkadaşları Eşref Erdem ve Genel Sekreter Önder Sav’ın parti içi demokrasiyi sıfıra indiren, siyasi mücadeleyi "hangi örgütte kimin taraftarları bir üst kongreye delege seçildi" konusuna indirgeyen, "örgütün başındakiler Önder Sav’dan mı Eşref Erdem’den mi yana?" kavgasını siyaset sayan anlayıştır.
Deniz Baykal taa 1970’li yıllardan beri siyaseti böyle anladığı, bu zeminde yürüttüğü için kendisine tabii görünen bu durum, maalesef CHP’yi bugünkü haline getirmişti.
O nedenle başta Eşref Erdem olmak üzere, bugün Baykal’a isyan edenlerin hemen tamamı, aslında kendi metotlarının ve kendilerinin desteklediği politikaların şimdi kendilerine zarar vermesinden davacıdırlar.
Nitekim şimdi, "Parti ile ilgili ciddi kaygılarım var" diyen, partisinin "sosyal demokrasinin vazgeçilmez asli gücü olan emeğe yeterince sahip çıkmadığından" dem vuran, "yüzeysel, konjonktürel politikaların CHP’ye güvenin zedelenmesine yol açtığını" söyleyen, "CHP giderek sınıfsal kimliğinden ve sol ideolojisinden uzaklaşmış, sağ bir kuşatmanın etkisine girmiştir" diyen Eşref Erdem’in sözlerinin inandırıcılığı sıfırdır.
Sıfırdır, çünkü Deniz Baykal’ın Alperenlerin piri (bilge kişisi) Edebali’nin "devlet yönetimi felsefesi"ne sahip çıktığı günlerde Eşref Erdem oradaydı. Baykal’ın siyasi İslam’ı hoşgörüyle karşıladığı dönemlerde, sosyal demokrasiyi ve hatta laikliği unuttuğu tarihlerde, partiyi Turgut Özal gibi "dört eğilime" açtığı sırada Eşref Erdem tüm bu politikaların ortağıydı.
Şimdi

 

haktan hukuktan söz eden Eşref Erdem, parti tüzüğü çiğnenip iller, ilçeler görevden alınırken, sırf kurultay kazanmak için tüzüğün "istisnaen üye yazmaya" izin veren hükmüne dayanarak 13 bin küsur isim bir defada partiye üye yapılırken itiraz etmemişti.
TBMM’de idareci üyeliğe ve CHP Grup Başkanvekilliği’ne kendi adaylarını seçtiremeyince kızmak, Çankaya CHP İlçe Başkanı Mustafa Yıldırım’ın görevden alınmasını engelleyemeyince ayağa kalkıp "Parti politikaları yanlıştı, o yüzden ayrılıyorum" demek, Eşref Erdem’i aklıyor mu?
kaynak: Hürriyet

Hıncal Uluç: Baykal mı? Güldürmeyin beni!

İlk bakışta Deniz Baykal.. Cumhuriyeti kuran partinin, Atatürk'ün Cumhuriyet Halk Partisi'nin lideri..
Bu millet Baykal'ın peşine takılır mı?.
Güldürmeyin beni.. Türkiye'nin talihsizliklerinden biri de, CHP'nin başında Deniz Baykal'ın olmasıdır..
Siyasal yaşamı boyunca başarıyla yaptığı tek iş, hizipçilik ve bölücülük olan Baykal, laik cephenin birleştirici lideri olabilir mi?..
Bugün demokrasiyi korumaya kalkışan kişinin, kendi partisi içinde demokrasiyi nasıl sıfırladığını herkes bilmiyor mu?..
Kazanma şansı bile olmayan Bedri Baykam'ın konuşmasından dahi rahatsız olup, engellemek için, sabahın köründe baskın tarzında Kurultaya dalıp, tüzük değiştiren adam değil mi, Deniz Baykal?..
Kendisi, memleketi Antalya'yı bile AKP'ye teslim ederken, Türkiye mozaiğinin tipik yansıması, en zenginlerle, en fakirlerin, en dindar Müslümanlarla, başta Ermeniler, her türlü azınlığın yaşadığı Şişli ilçesinde, CHP'nin oy oranını üç misli katlayarak, bir oy farkı yaratma rekoru kırarak kazanan Mustafa Sarıgül gibi, gerçek siyasetçi, politikacı, halk adamı, karizmatik lider, belki de CHP'yi zafere taşıyacak görünürdeki tek adamı, sırf kendisini koltuğundan etmesin diye partiden kovan Deniz Baykal mı, demokrasiyi, demokratik cumhuriyeti savunacak?..
Bugün, yedi sülaleden CHP'li olanların pek çoğu, günümüz koşullarında dahi "Baykal baştayken CHP'ye oy vermem. Başkasına da veremeyeceğim için sandığa gitmem" derken, CHP'li olmayanlar Baykal'ın ardından yürürler mi?..
İşte hodri meydan.. Baykal bir miting düzenlesin, resmen.. Görelim kaç kişi geliyor?..
Baykal olmaz..

İlhan Selçuk - Ana Muhalefetin Gözü Ne Renk?

PENCERE

İLHAN SELÇUK

Ana Muhalefetin Gözü Ne Renk?..

İktidarın gözü kara..

Yargı mı?..

Üniversite mi?..

Medya mı?..

TRT mi?..

Ordu mu?..
Başka ne var?..

Hepsinin icabına bakmak için ne gerekiyorsa tezgâhta pişiriliyor...
Ayrıntıya hem gerek yok, hem bu köşeye uzun laf sığmaz...
Yargıya, kuracakları bir komiteyle el koyacaklar..
Üniversiteye istedikleri biçimi vermek için Çankaya'yı ele geçirmek gerekiyordu...
O iş bitti...
TRT mi?..
Yeni genel müdürün kişiliği neyin ne olduğunu anlatmaya yeter...
Ordu mu?..
Bu iktidarın en çekindiği kurum ordu!..
Asker sanki hasım...
Medya mı?..

Ülkenin ikinci büyük grubuna el koydular...
O iş de bitti sayılır...
Gözü kara bunların...
*
Ne dış politikada muhalefetle temasları var...
Ne iç politikada...
Muhalefet de sanki düşman...
Seçimlerde yüzde 47 oy alıp referandumda ağır bastılar diye istediklerini istedikleri gibi yapabilmek cüreti benliklerinde doğallaştı...
Türkiye Cumhuriyeti'nin tek patronu oldular...
İktidarın gözü kara...
*
Ortadoğu allak bullak...
Amerika'nın bunlara, bunların Amerika'ya gereksinmesi her şeyden daha ağır basıyor...
Amerika Irak'ı işgal etti...
Sınır komşusu Türkiye'yi de işgal etmiş gibi..
ABD bu işgale ses çıkarmayan, çanak tutan, sırtını Amerika'ya dayamazsa ayakta duramayacağını çok iyi bilen bu iktidardan daha iyisini mi bulacak?..
Türkiye, Amerika'nın Ortadoğu projesine göre BOP'laşıyor...
*
Peki, bu gidişata karşı çıkan yok mu?..
Var, ama sesi duyulmuyor...
Ana muhalefet, Türkiye'nin bugünku "vahim" durumuna göre halkı, iktidarı, devleti, dış dünyayı, AB'yi, ABD'yi, silkeleyecek bir üslubu, tonu, sesi, ağırlığı, heyecanı yakalayamadıkça ana muhalefet olamayacaktır...
Ana muhalefet açılmalı, toparlanmalı; çok satışlı medyanın güdümünden ve denetiminden kurtulmalı; Türkiye'nin yaşadığı var olmak ya da olmamak gerilimini muhalefetine yansıtmalıdır...
Türkiye ne 1970'leri, ne 1980'leri yaşıyor, ne de 1990'ları...
Ana muhalefet zamanlamada 2000'lere, 21'inci yüzyıla; coğrafyada küreselleşmeye, Ortadoğu'ya, BOP'a gelmeli; Türkiye'nin ne büyük tehdit ve tehlike karşısında bulunduğunu ses tellerinde ulusa yansıtabilmelidir...
Bu, Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte kurulan CHP'nin tarihsel sorumluluğudur...
İktidarın gözü kara...

CHP'nin gözü hangi renk?..

Bir garip lider: Deniz Baykal (Türksolu)

Türk Ulusu çok önemli ve stratejik bir dönemden geçerken, ülkemizde siyaset yapan liderlere bakınca da tam olarak ABD ve AB’nin istediği liderler kıvamında olduklarını görüyorum. Gerek Tayyip, gerek Abdullah, gerek Bahçeli, gerekse Baykal bu süreçte, bütün Türk düşmanı emperyalistlerin işine yarayan ve bize karşı kullanılan politikalara imza atıyorlar.

Ben Atatürkçü, sosyalist ve vatansever bir vatandaş olarak, Tayyip, Abdullah ve Bahçeli’nin yaptığı politikaları onların geçmişlerinde yaşanmış kirlilik nedeniyle anlayabilirim. Ancak Gazi M. Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu partinin ve göstermiş olduğu ilkelerin doğrultusundaki uygulamalardan uzak politikalar yapan ve emperyalistlerin tiyatro sahnesi haline gelen CHP’nin daha da ileri giderek,Türk Ulusu’nun çıkarları aksine politikalar üretmesine tahammül edemiyorum!

Dün sınırötesi konusunda keskin ve kesin tavırlar içerisinde olan Deniz Baykal, bugün ne olduysa sınırötesi konusunda gerek basın yoluyla gerekse medya yoluyla politikalarındaki değişikliği anlatmaya çalışmaktadır! Aslında bu, CHP’nin içinde bulunduğu politikasızlık ve ironinin ortaya çıkışının resmi olarak dile gelmesidir...

Deniz Baykal daha iki hafta önce Kuzey Irak konusunda aslan kesilmişti. Bıraksanız tek başına Kuzey Irak’a operasyon yapacakmış gibi ortalıkta esip gürlerken, bir de baktık ki bir anda 360 derece dönmüş ve Kuzey Irak’a operasyonun gereksiz olduğunu, operasyondan önce yapılması gereken birçok iş olduğunu, bu konuda daha akılcı olunması gerektiğini ve hatta Kuzey Irak’taki gençlerin Türkiye’ye getirip üniversitelerimizde eğitilmesi gibi, değeri ve gerçekçiliği olmayan fikirler ile karşımıza çıkıyor. Halbuki biz, Güneydoğu’dan üniversite için yurdun çeşitli bölgelerine okumaya giden, hem devletin imkanlarından faydalanan hem de bölücü faaliyetlerde bulunan bölücü-faşizan eğilimli gençlerle savaşım verirken, bir de bunlara Kuzey Irak’taki gençleri eklemek istemesi Deniz Baykal’ın aslında siyaseti bırakması için çok güzel bir neden olabilir. Çünkü bir siyasi lider yaşamının her anında, konuşmasının her cümlesinde çelişki yaşıyorsa o insanın artık aklıselim olması düşünülemez. Zaten aklı başında her insan şu anda AKP’nin iktidarı ele geçirmesine yardımcı olan tek olgunun Deniz Baykal ve onun seçim öncesi uygulamış olduğu saçma sapan politikalar olduğunu inkar edemez.

Halkına AKP’nin yapmış olduğu yolsuzlukları anlatamayan, tarikatlarla içi doldurulan devlet kadrolarını anlatamayan, ülkenin temel ekonomik varlıklarını satıp yağmalatmasını anlatamayan, Türklüğe ve vatana her türlü hakareti serbest bırakan ve bunun gibi birçok sayamayacağımız şeyi yapan ve yapmaya devam eden bu iktidarın kirli politikalarını anlatamayan Deniz Baykal ve ekibi hiçbir suretle orada durmamalıdır.

Milletvekili seçimlerinde listeler hazırlanırken birçok Kemalist aydını, öğretim görevlisini ve bürokratı liste dışı bırakıp, Kemalizm’in birçok ilkesine karşı olan ve hatta Atatürkçü bile olmayan yakınındaki kaymak tabakadaki kişileri seçilebilecek yerlere yerleştiren Deniz Baykal aslında geçmişinde ne yaptıysa bugün de aynı şeyleri yapmaya devam ediyor.

Deniz Baykal kirli siyaset yapar ama iz bırakmaz !

Gazeteci-yazar Kurtul Altuğ, “Umudun Tükenişinde Son Perde” adlı kitabında Deniz Baykal’ın nasıl Cumhuriyet tarihinde ilk kez İslamcı-Kürtçü ve tarikatçı bir ideolojiye sahip olan güçlerle koalisyon kurulmasında baş rol oynadığını anılarında şöyle anlatıyor:

Yıl 1973, seçimlerden sonra CHP tek başına iktidar olamadı, Deniz Baykal ile Haluk Ülman sık sık bizim dergimizin bürosuna uğruyorlardı ve bizim bazı tereddütlerimizi gidermeye çalışıyorlardı. Deniz Baykal bir gün bana, “Erbakan Hoca hakkında yanlış düşünüyor olabilirsin” dedi. Deniz Baykal ile ortak bir noktada birleştik: CHP-MSP ortaklığı kurulmalıydı ve bu işi biz yapabilirdik... Baykal’a şöyle dedim:

“İster misin seni Oğuzhan Asiltürk ile karşılaştırayım?” (O zamanki Milli Selamet Partisi Genel Sekreteri ve ikinci adamı)

Baykal: “Mükemmel olur” dedi.

Bir gün Deniz Baykal beni aradı ve; “O iş için acele harekete geç” dedi. Hemen Oğuzhan Asiltürk’ü aradık ve karşılıklı randevular verdik. Baykal ve Asiltürk baş başa kırk dakikaya yakın bir süre görüştükten sonra Deniz Baykal dışarıya çıkarken;

“Tamam bu iş oldu” dedi... Yalnız müzakereler sırasında bakanlık paylaşımında sorun çıktı... Deniz Baykal: “Sorun bakalım, İçişleri Bakanlığı’nı Oğuzhan Asiltürk’e verirsek iş kolaylaşır mı?” dedi.

Erbakan Hoca’nın ve Ecevit’in oluru alınarak pürüz böylece giderildi ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez Şeriatçı-yobaz-Kürtçü ve gerici bir ideolojiyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu parti, kendini bilmez sorumsuz ve mevkii sevdalısı kişiler tarafından koalisyona götürüldü.

Kurulan bu koalisyon kabinesinde Deniz Baykal’ın Erbakan Hoca’sı Başbakan Yardımcısı; Hizbullahçıları ve Madımak Oteli zanlılarını kanatları altına alan Şevket Kazan Adalet Bakanı ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa Şeriatçı ve Kürtçü bir parti ile koalisyon kurulması için her türlü ayak oyununu yapan Deniz Baykal ise Maliye Bakanı oluyordu. Aslında Deniz Baykal şu anda müthiş kadrolaşmalara sahne olan polis teşkilatına Fethullah cemaatinin ve diğer tarikatların yerleşmesinde başrolü oynayan kişidir ve Deniz Baykal’a göre Erbakan, Necmettin Erbakan değil Erbakan Hoca’dır. Farkındaysanız burada bir kelime hatası yok. Kendisi bir Türk düşmanı olan, Arap milliyetçisi olduğunu ve Müslüman kimliğinin Türk kimliğinden üstün olduğunu söyleyen Necmettin Erbakan o zamanlar Deniz Baykal’ın “Hoca” diye hitap ettiği kişidir...

Aynı dönem içerisinde, ABD’nin Sovyet Rusya’ya karşı Türkiye’nin de içinde olduğu bir yeşil kuşak oluşturmak istemesi ile Deniz Baykal’ın Milli Selamet Partisi ile koalisyon kurması sizde nasıl bir düşünce yaratıyor, bunu siz okurların takdirine bırakıyorum!

PKK uzantılarını 1991 yılında arka çıkarak Meclis’e taşıyan grupta Baykal ikinci adamdır!

1991 seçimlerinde Erdal İnönü, Deniz Baykal, Hikmet Çetin ve arkadaşları, Leyla Zana ve onun gibi vatan hainlerini Meclis’e taşıyan kişilerdir. Her ne kadar Baykal bunu sürekli inkar edip, “Onları Meclis’e taşıyan biz değildik SHP idi. Biz CHP’yiz” diyerek laf cambazlığı yapıp işin içinden çıkmaya çalışsa da, geçmişin görgü tanıkları ve olaylara şahit insanlar bunun böyle olmadığını, PKK uzantısı Leyla Zana ve vatan haini arkadaşlarını Meclis’e taşıyan kişilerden birinin de Deniz Baykal olduğunu açıkça ortaya koymaktadır..!

Dokunulmazlıkların kaldırılmasını konu alan toplantıya katılmayan kişi yine Baykal

23 Aralık 1994 yılında yapılan dokunulmazlıkların kaldırılması yönündeki oylamada Erdal İnönü kaldırılmaması yönünde oy verirken, Deniz Baykal ise toplantıya katılmayarak bu konuda nasıl bir tutum içinde olduğunun rengini ortaya koymuştur. Sonuç olarak dokunulmazlıklar kaldırıldı ve hepsi gerekenden az bir ceza aldılar ama vatan hainlerinin düşünce özgürlüğü adı altında kollanması bizler tarafından hiç unutulmadı Bakın Ahmet Taner Kışlalı, Deniz Baykal ve arkadaşlarını nasıl tanımlıyor:

“Kemalizm’in adını bile ağzına almamak için her türlü laf cambazlığı yapanlar...

Kendileri Genel Başkanlığa soyunan ideolojisiz teknokratlar, ayakları Türkiye’de, kafaları Almanya’da, İngiltere’de olan Sosyal Demokratlar... CHP’de kimlik sorunu yoktur diyen körler ya da oportünistler...” (CHP, Nâzım ve Atatürk, Cumhuriyet gazetesi, 23 Mayıs 1999).

Deniz Baykal, İngiltere ve Tony Blair hayranıdır. Aynı zamanda Alman SDP’yi örnek alan bir kişidir. Bu kişilerin ve partilerinin savunduğu düşünce tamamen Türkiye düşmanlığı üzerinedir. Her fırsatta Ermeni soykırımını iddialarını ortaya atanlar ve Türkiye’deki PKK’lılar için “özgürlükçü militanlar” diyenlerdir. Onlar için af isteyenler de bunlardır ve onların partilerini örnek alanlar Deniz Baykal ve yanındaki oportünistlerdir.

Açıkla Baykal!

Tayyip Erdoğan Amerika’ya gidip icazet almak için her türlü cambazlığı yaparken, sen Türkiye’de kimlerle Kuzey Irak konusunda gizli görüşmeler yaptın; hangi konularda sözler verip, bağlılık konusunda güven tazeledin ve bunun karşılığında sana söz verilen şeyler neler? Açıkla! Bu ülke insanına yaptığınız yanlışlar ve saygısızlıklar artık ülke sınırlarını aşmış durumdadır. Adını bile ağzınıza alamadığınız Kemalizm ve Altı Ok ilkeleri doğrultusunda ilerleyen Atatürk gençliği, gün gelecek ülkemiz yakın tarihinde emperyalistlerle işbirliği yapan her gücü esir alacak ve ülkemizi tertemiz yarınlara hazırlayacaktır

Sizi bilmem ama bizim muhtaç olduğumuz kan asil damarlarımızda mevcuttur!

turksolu.org

Atatürk'ten Baykal'a CeHePe

Atatürk’ten Baykal’a CeHePe...

Ulusal Bağımsızlık Savaşı’ndan günümüze geçen sürece damgasını vuran en uzun ömürlü örgüt CHP’dir. Tarihçesine baktığımızda 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası adıyla kurulan, 1924’te de Cumhuriyet Halk Fırkası adını alan CHP, 12 Eylül faşizminin Amerikan çocukları tarafından 16 Ekim 1981 tarihinde kapatıldı. Reankarnasyonu ise 9 Eylül 1992’de gerçekleşen CHP, günümüze kadar ağırlıklı olarak Deniz Baykal modeliyle yönetildi.

CHP’nin kuruluşunda başlangıç ilkeleri Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Milliyetçilik’ti. Bir yıl sonra bunlara Devletçilik, Devrimcilik ve Laiklik de eklenerek 6 Ok oluştu.

Atatürk’ün ölümüne kadar bu ilkeler hayatta kaldı; ancak 11 Kasım 1938 sabahı, Türkiye’nin Atatürk devrim ve ilkelerinden geriye dönüşünün başlangıç tarihi oldu.

Ulusal Bağımsızlık Savaşı sürecinde Atatürk’ün yanında yer alan ancak mandacı fikirleriyle tanınan İsmet İnönü, demokrasi aşkıyla çok partili sisteme geçişin zeminini oluşturmakla birlikte Türkiye’yi ABD’ye bağlayan Demokrat Parti idaresine halkı teslim eden bir kişilik olarak da geçmiştir tarihe.

Bayar-Menderes faşist diktatörlüğü ancak bugün CHP’nin bile adını unuttuğu 27 Mayıs Devrimi ile yerle bir edilebilmiştir. Bir başka söylemle, İnönü’nün yarattığı pisliği Türk Ordusu temizlemek zorunda kalmıştır. Menderes, Zorlu, Polatkan üçlüsü cezalarını idam edilerek öderken, Celal Bayar’ın cezası müebbete çevrilmiş ve İnönü, tam bu noktada o kuyudan adam çıkarma operasyonunda başrol almıştır.

Bir faşist diktatörü idamdan kurtaran İnönü, her ne hikmetse, pırıl pırıl vatansever üç gencimizi idam edilmekten kurtaramamıştır.

Zaten darağacındaki fidanlarımız da Bursa Nutku’nun özüne bağlı kalarak, kimseden aman dilemeden “Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla yürümüşlerdir cellatların üstüne..

CHP, 12 Eylül faşist darbesine zemin hazırlayan etkenlerden biri olmuş, ancak 12 Eylülcülere karşı direnememiştir. Atatürk’ün partisi 16 Ekim 1981’de c**tacılar tarafından kapatılırken, tevekkel demokrasi kahramanları, samanlık kahramanı Ertuğrul Kürkçü gibi pusup kalmışlardır.

CHP’nin 12 Eylül faşist darbesinden sonra başlayan suskunluğu 9 Eylül 1992’de yeniden siyasal yaşama girmesiyle bozulsa da, kaderi değişmemiş ve CHP bir türlü Atatürk’ün ve halkın partisi olamamıştır. Hizipçi yönetimler ve partiiçi muhalefet kendi işleriye meşgul olmaktan, “küçük olsun, benim olsun” demekten vazgeçemediği için parlamento dışında bile kalmayı başarmıştır.

Atatürk’ün kurduğu Meclis’te Atatürk’ün partisinin olmayışı gibi bir mucizeyi gerçekleştiren Baykal ve ekibi, halkın taleplerini gündeme getirip bu yolda mücadele etmediği için hep anamuhalefet olarak kalmıştır.

Gelecekte de CHP’ye muhalefet gözükmektedir; çünkü CHP ayağına kadar gelen bir olanağı elinin tersiyle itmiştir..

Menderes gibi gelen ama kaçınılamaz olarak Menderes gibi gidecek olanlar, Türkiye’yi Kürt-İslamcı bir faşist diktatörlüğün eşiğine getirirken sinei milete dönmeyen ve Meclis’i boşaltmayan CHP, yapay ve ilkesiz birlikteliklerle Türkiye’nin geleceğini çizemez. Aksine kendi hazin sonunu hazırlar...

turksolu.org

Chp Kazanı Taştı Taşacak- İsmet Solak

CHP içinde hala çok yakın dostlarım var.

Her ne kadar, son seçimde oy verdiğim bu partinin gidişatından umudum yoksa da, dostlarımla sohbet ederken inanın içim cız ediyor.

Fokurdayan kazanın çevresini saran ateşe daha fazla dayanabileceğine de ihtimal vermiyorum. Velhasıl, CHP kazanı taştı taşacak..

Kazan taşınca, elbette birilerini yakacak.

Peki ama, 2008 seçim yılı. CHP yerel seçimlerde ne yapacak?

AKP ne yapabilir, diye sormuyorum.

Görünen köy kılavuz istemez, AKP bu hızıyla giderse oylarını artıracak.

Zaten Başbakan arkadaşların talimat vermedi mi_

“İzmir’i mutlaka istiyorum.. Mersin’i istiyorum. Diyarbakır’ı istiyorum. Ankara zaten bizde ama, Çankaya ilçesini bu defa mutlaka istiyorum.”

Emir büyük yerden.. AKP kurmayları geceyi gündüze katıp bu yönde çalışıyor.

CHP ne yapıyor?

Ana Muhalefet Partisi olarak yerel seçimlere mi hazırlanıyor?

Hayır! CHP Kurultaya hazırlanıyor(!F)

Bu nasıl Kurultay hazırlığı ise, sadece örgüt kıyımları yapılıyor.

Düşünün; Parti Meclisi toplanıyor ve gündemde sekiz madde var..

Aklınıza ne gelir bir anda? Neleri maddeler halinde getirmiştir yönetim?

“İzmir, İstanbul, Ankara, Bursa ve Antalya Belediye seçimleri için strateji belirleme çalışmaları, Güneydoğu’da terör sonrası halka ulaşma projeleri, Demokratik bir kurultay için ilçe ve il kongrelerinin hakim teminatına özen gösterilmesi.. falan..”

Şaka mı yapıyorsunuz?

CHP gündeminde, ilk yedi sırada görevden alınacak ilçe ve il örgütleri ile yerlerine atamalar, bir maddede Merkez Yürütme Kurulu’nda boşalan yere yeni birinin atanması var.

Koskoca Ana Muhalefet Partisi’nin gündemine bakın!

Abarttığımı sanıyorsanız, Genel Merkez son toplantı gündemini açıklasın, yeter.

Ben bunu, PM üyesi bir dostumdan öğrendim.

Ve yazarken de içim yanıyor, buna inanın.

Hiç saklamadım, ben CHP içinde doğup büyüdüm. Dedem Müdafaa-i Hukuk ve Halk Fırkası kurucusu kendi yöresinde, babam ömür boyu CHP yöneticisi ve kurultay delegesi, biz iki kardeş CHP’de yetiştik. Hizipçilik yıldırdı ama son iki seçimde yine CHP’ye oy verdik.

CHP, Atatürk’ün kurduğu parti. Ancak, şu haliyle, Atatürk’ün partisi değil.

Bu, ödünsüz bir Atatürkçü olarak, benim gözlemim ve kanaatim.

Son PM toplantısında görevden almalarla ilgili olarak Türk-İş eski Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Bayram Meral’in söz aldığını aktardılar:

“Sayın Genel Başkanım, sürekli ilçe ve il örgütlerini görevden alıyoruz. Yerlerine de yeni üyeler kaydediliyor. Bizler seçimlere görevden alınan bu partililerle hazırlandık ve inanın çok büyük mücadele verdiler. O kadar çok görevden alınmalar var ki, yakında yerlerine getirecek adam bulamayacağız.”

Genel Başkanın canı sıkılmış.

“Zaten bu tür konuşmaları hiç sevmiyor..” dedi anlatan dostum.

Dostum, dediğim insan da 40 yıllık CHP’li biri ha, yanlış anlamayın.

Ertesi sabah, Deniz bey, sabah yürüyüşüne çıkıyor.

Çevresi yine tanıdık insanlarla dolu; Bayram Meral dahil.. Bir bayan İstanbul milletvekili, Yılmaz Ateş ve yıllardır yanından hiç ayrılmayan kadim dostu Atanur bey.

Deniz beyin canı belli ki çok sıkılmış, Meral’e sitem etmiş:

“Bayram, keşke orada konuşmasaydın da burada söyleseydin eleştirilerini?”

Bayan milletvekili atılmış:

“Sen anarşistlik yaptın orada..”

Bayram Meral şaşırmış:

“Hanımefendi, baban yaşındayım. Ben Türk-İş Genel Başkanlığı yapmış biriyim. Bana nasıl anarşist diyebilirsin? Teessüf ederim yani.”

Derken Yılmaz Ateş araya girmiş. Sitemli konuşmuş. Meral sertleşmiş ve terslemiş:

“Sen sus, partinin paralarıyla zengin olduğunu bilmeyen yok. 15 milyarlık işi bile 30 milyara mal ettiğin söyleniyor, sen sus!”

Deniz bey üzülmüş:

“Yapma Bayram, bizim partide parasal konularda böyle şeyler olmaz.”

Meral üstelemiş:

“Sayın Genel Başkanım bunlara Genel Sekreterimiz her gelene söylüyor, durduk yerde kendim uydurmadım ki, sorun Önder beye anlatsın!”

Yılmaz Ateş matbaacılık yaptığı için partinin baskı işlerini de yaparmış.

Ama doğrusu ben Dershanesi olduğunu ilk kez duydum

Bunu da eskiden Ankara belediyesinde Genel Müdürlük yapan, daha sonra SHP iktidarı döneminde büyük bir kamu niteliğindeki kuruluşun başına getirilmiş biri anlattı:

“Çankaya Belediyesi, yöresindeki çocuklara dershane ücretini ödeme kararı almış ve tabii çocuklar belediyenin gösterdiği dershanelere gitmek kaydıyla veriyormuş. Bu da Yılmaz Ateş’in dershanesi. Ben duyduk, biçim bir dershane sahibi arkadaşımızın 50’den fazla öğrencisi yer değiştirmiş. Kızdım ve Muzaffer Yılmaz’a gittim, konuştum. Bakayım, edeyim dedi. Ama durum değişmedi yani!”

Ağzım açık kaldı.

Muzaffer Eryılmaz CHP Gençlik Kolları’nda yöneticiyken tanıdığım biri; sever ve beğenirim. İlk gördüğümde bunu söyleyeceğim. Çünkü AKP Çankaya’yı da almak için her tür çabayı gösteriyor. Bu tür haberler halkı etkiler, bilirim.

Nereye baksanız, CHP kazanındaki suyun taşmakta olduğunu görüyorsunuz.

Aslında CHP yönetiminden daha çok, kazanın kaynar suyu bizleri yakıyor.

Ben duyduklarıma inanamadım ve bir hayalimi söyledim:

“Ne diyorum biliyor musunuz? Deniz bey şimdi çıksa medyanın önüne, dese ki; Biz önümüzdeki yerel seçimde Ankara’dan Murat Karayalçın’ı, İstanbul’dan Mustafa Sarıgül’ü, İzmir’den şimdiki başkan Aziz Kocaoğlu’nu aday gösterme kararı aldık. Bir anda CHP oyları yüzde 25-30’a sıçrar mı sıçramaz mı?”

Umutsuz bir yanıt vererek, “Seni külliyen defterden siler..” dedi.

Ben defterde zaten yokum. Neyin defterini silecek? Hayal işte!

Dostum anlatmaya devam etti:

“Bayramda Antalya’da idi. Kendi ili. Antakya ilçe başkanı örgütsel dertlerini anlatırken, otur yerine yalakalık yapma, ben seni kimlerin konuşturduğunu biliyorum, diyen Deniz bey değil mi? Gazeteler yazdı. Bak şimdi di Gaziantep’te merkezdeki bir ilçe yönetimi, görevden almaları protesto için açlık grevine başlamış. Bunu da gazeteden okudum. Bizde sazın teline bir dokun, bin ah dinlersin. Kimse kimseyi sevmiyor, kimse kimseye güvenmiyor ki, bir başarı umut edebilelim!”

Ben demedim, bunları kendileri anlatıyor!

Ve CHP kazanı hala kaynıyor. Kaynadıkça sular taşıyor veya buharlaşıyor.

Bir bakacağız ki, kaynayacak su tükenmiş ve kazanın dibi tutuşmuş; buna yanarım!

Bu İş Seninle Olmaz- 6okemalizm sitesinden.

Karşımızda bir dev ordusu var!
Tayyip,ABD,AB,Kürtçüler,yobazlar,ikinci cumhuriyetçiler ve onlarcası ...
Kemalistler,yani gerçek vatanseverler olarak üzüntü içindeyiz.
Şehitlerimiz tabutlarda düzinelerce..
Laiklik gidiyor gözümüzün önünden göz göre göre..
Kemalistlerin bir daha dünyaya haykırması,şahlanması gerekiyor bugünlerde!
Olanlara seyirci kalmadan,tekrar ordudan medet ummadan!
Ama bu şahlanmanın başrol oyuncusu CHP'dir!
Ve malesef ki,CHP bugün abuk subuk politikalar yüzünden erimiş,anti-demokratik uygulamalar yüzünden bitme noktasına gelmiştir!
Bunları geçelim,
Halk politikaya,gelirine,ideolijiye oy vermiyor!
Halk lidere oy atıyor!
Tayyip'e oy atmayanlar bile,O'nu karizmatik bulurken ;
Baykal efendi ;
Sende karizma yok!
Sende politika yok!
Sende başarı yok!
Sende yıpranmışlık,koltuk sevdası,muhalefete muhalefeti tasfiye etme çabası,amacı var!
CHP'li gençler,Kemalist gençler ''Baykal varken size oy yok'' sözünü duymaktan bıktı usandı!
Sen muhalefeti tasfiye etmekten yorulmadın!
Gör artık,lütfen gör!
Olmuyor,olmuyor,olmuyor!
Olmadı,olmayacak da..!
Dürüstlüğüne lafımız yok!
Olmaması için de,bıçağın kemiğe dayandığı bugünlerde,Kemalistlerin önderi olma şerefine nail olacak lidere bayrağı devret ve bizleri rahatlat!
Daha fazla yıpranma!
Yıpratma!
Dayanacak gücümüz,söyleyecek sözümüz kalmadı!
İrticaya,Kürtçülüğe,AB-D'ye kafa tutacak,yeni stratejiler geliştirip,Türkiye'yi ileri taşıyabilecek olan lidere ihtiyacımız var!
Bizi ayağa kaldıracak,tekrar bütünleştirecek birine..
Lütfen,lütfen,lütfen..
GİT!
Baykal’a Neden Hayır?
Bugüne dek defalarca konuştuk,tartıştık,fikir yürüttük.Ortak akıl hep Baykal’ın gitmesi gerektiğini söylüyordu.Bugün geldiğimiz noktada,bu konuyu ayrıntılarıyla inceleme mecburiyetimiz doğmuştur.
Baykal 1959’da Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş,doktorasını tamamlamış 1963-1965 arası Rockfeller bursu sayesinde Columbia Üniversitesi ve California Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürmüştür.1973’te ilk defa milletvekili seçilmiş,1974’te Maliye Bakanlığı,1978’de ise Enerji Bakanlığı yapmıştır.80 darbesiyle hapse girmiş,1987’de SHP’den milletvekili olmuştur.1990’da SHP’den istifa etmiş,1992’de CHP Genel başkanı olmuştur.1995’te Dışişleri Bakanlığı ve Tansu Çiller’in yardımcılığını yapmıştır.Ayrıca Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlementolararası Komitesi eşbaşkanlığını yürütmüştür.Aynı dönemde Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi üyeliğine seçilmiştir. Daha sonra siyasi olarak yasama ve yürütme görevlerinde bulunamamıştır.
Siyasetle iç içe geçmiş tam 33 yıl.
Dile kolay…
Bugüne geldiğimizde ise tablo şudur: Bağımsızlığını yitirmiş,devrimlerin kazanımlarını kaybetmekte olan,ABD esaretine girmiş bir Türkiye.Başımızda yobazlar,çağdaşlık maskelerine bürünmüşler,AB dalgasıyla oyunlarını güzelce sürdürüyorlar.
Gerçekten büyük bir güç karşımızdaki.Dünyanın en büyük gücü ABD, ilahi merkez Brüksel , şeriatçılar , Kürtçüler,ikinci Cumhuriyetçiler…
Bu kadar bol düşman Sovyetlerde yoktu!
Peki biz?
Biz sadece tam bağımsız,çağdaş,gerçekten demokratik bir Türkiye istiyoruz!
Biz insanına çalışan devlet,fakir-işsiz-aç yaratmayan sistem,tüm vatandaşların kardeşçe yaşayabildiği bir ülke istiyoruz!
Bu da demektir ki; ABD’yi,AB’yi tasfiye etmek,terörü yok etmek,ülkeyi gerçekten kalkındırmak zorunda olmak.Bu iş sözle olmayacağından,hemen oklarımızı demokrasiye,dolayısıyla sandığa yöneltelim.Bu idealimizin gerçekleşebilmesi için,yönetim erkine ‘’Kemalist’’ güçlerin gelmesi gerekmektedir. Bunun için de , kimsenin CHP’den başka parti önereceğini sanmıyorum. (Şu an için özellikle)
Peki CHP Kemalist mi?
Evet Kemalisttir değerli arkadaşlar.Partili gençlerin neredeyse tamamı,dişiyle tırnağıyla parti için çalışanlar Kemalisttir CHP’de. Koltuk için değil,vatan için,Mustafa Kemal için partiye gidenler Kemalisttir. Taban Kemalisttir.Ya yönetim? Baykal ve ekibine Kemalist demek mümkün müdür acaba? Hayır. Çok açıktır ki ; Kemalist olmanın gereği 6 oku tamamen benimsemektir. Sadece laiklikle ve milliyetçilikle Kemalist olunmaz. Hele ki toplumun geneli muhafazakarsa yalnız‘’laiklikle’’ oy alınmaz. Bizim yeni açılımlara ihtiyacımız yok.
Bizim halkçı olmaya ihtiyacımız var.
AB’ye onurlu girişe!! değil!
Bizim devrimci olmaya ihtiyacımız var!
AKP’nin ekonomik programını devam ettirmeye değil!
Partinin tabanıyla,yönetimi arasında inanılmaz bir görüş ayrılığı vardır!Bu zulme direnenler tasfiye edilmekte,susturulmakta ve etkin görevlerde bulundurulmamaktadır! CHP örgütlerine gidenler,ya da içinde bulunanlar bilirler ki ,CHP il-ilçe örgütlerinin yüzde 80’i bitik durumdadır. Bunun sebebi de ,dışlayıcı,küstürücü yönetim politikalarıdır.
Bütün bunları göz ardı ettiğimizi düşünelim. Hemen; CHP Gençlik Kolu’na üye bir gencin partisi için yapabileceklerine gelelim. Genç; Tayyip’in sözlerini,düşüncelerini içinde bulunduran bir dosya hazırlayıp bunu halka sunar,karşısındakini ikna eder ve ilk adımı tamamlar. Sonraki adım,bu kişiye doğru yerin kendi partisi olduğunu söylemesidir ve bunun için bir takım girişimlerde bulunur. İşte tabandan bunu başaran partiler yüzde%90 oranında tek başına iktidar olmuşlardır.(1972 Ecevit yüzde 42 ardından yüzden 45 almıştır, Tayyip yüzde 34,ardından yüzde 47)
Bir önceki paragrafta belirttiğim hususlar bir anda gerçekleşebilecek şeyler değildir. Bir çok dış etkeninde , partili gencin lehinde olması gerekmektedir.Mesela nelerin?
Liderin karizması(özellikle),geçmişi,hatipliği.
Eğri oturup,doğru konuşalım. Tayyip efendiyi halk içlerinden biri gibi görüyor. Ağzı çok iyi laf yapıyor.Konuştuğu zaman ikna ediyor.
Mantık yürütmeye devam edelim; partili genç bunca engele rağmen karşısındakini ‘’Tayyip’in Atatürke,ülkeye,insana’’ ihanet içinde bulunduğuna ikna ediyor ve ikinci adıma geçiyor. Tamamiyle lidere bakıp oy veren bu halka alternatif olarak Baykal’ı sunduğunuzda karşıdakinin aklına şu gelecektir. ‘’1970’lerdeki kuyruklar,1990’lardaki enflasyon,krizler,hep aynı şeyleri söyleyen bir adam’’ . O zaman, partili genç düşünecek ve ‘’benim bu çift yönlü olumsuz etkenlere (düşman güçlü,liderim bitik karşı bir alternatifim olmalı’’ diyecek. Mesela halkın yüzde 78’i AB’ye,yüzde 92’i ABD ‘ye hayır diyor. Baykal ise; ‘’AB fikri içimi bir hoş ediyor’’ ifadesini kullanmakta. Terörün ve neredeyse tüm sorunların arkasında ABD emperyalizmi varken, bunu bir defa bile açıkça söyleyemiyor.Partili genç karşısındaki muhtemel ‘’işsiz-fakir’’ kişiye,buna yönelik partisinin bir projesini hiç olmazsa liderinin beyanını sunacak. Böyle bir projesi var mı Baykal’ın? Yok!(Kendine karşı diye,genç ve dinamik beyinleri partiden atmasa olabilirdi) Partili genç ne yapacak? Karşısındakinden ‘’Baykal’ın başarısızlıklarla dolu geçmişini dinleyecek ve başını öne eğip,gidecek’’
Baykal’ın karizması yok değerli arkadaşlar.Bir konuştuğu zaman yeri göğü inletecek hatipliği yok.İnsanlara duydukları zaman ‘’evet,işte bu’’ dedirtecek bir projesi,düşüncesi yok.Herşeyden önemlisi politikası yok! 33 ilden milletvekili çıkaramayan,Diyarbakır’da MHP’ye bile geçilen bir sol partiden bahsediyoruz. Kendi memleketinde birincilik çıkaramayan tek liderden bahsediyoruz. ‘’Tek başına iktidara getiremezsem bırakırım diyip’’ 4 genel,3 yerel seçim kaybeden birinden…
Geçmişi başarısızlıklarla dolu,politikadan,dinamizmden uzak bir liderin CHP’nin,Kemalistlerin başında olmaya layık değildir.
Kendi tabanı tarafından sevilmeyen birinin,kendine oy vermeyenlerin bir dahaki seçimlerde oyunu kazanması mümkün değildir,görülmemiştir.
Orada kalması , CHP’ye zarar vermektedir. Kemalist Usta Alev Coşkun’un da dediği gibi ‘’CHP’nin içindeki devrimci-Kemalist kanadın şahlanması,iktidar olması için’’ Deniz Baykal’ın görevi bırakması gerekmektedir. Aksi halde,Türkiye’de yaşanan muhafazakarlaşma,CHP’ye de tamamen bulaşmış olacak ve bir avuç Baykalcıyla beraber Atatürk’ün partisi başarısızlıklarla yoluna devam edecektir.
Biz Mustafa Kemal’in çocukları olarak,Atatürk’ün Türkiyesini yaşatmak için yenilenmiş bir partiye ve lidere ihtiyacımız olduğunu bildiriyoruz..
Sıkılmadan,art niyetten uzak okuyan herkese teşekkürü borç bilirim.
Saygılarımla..

Baykal'a Neden Hayır?- 6okemalizm sitesinden

Baykal’a Neden Hayır?
Bugüne dek defalarca konuştuk,tartıştık,fikir yürüttük.Ortak akıl hep Baykal’ın gitmesi gerektiğini söylüyordu.Bugün geldiğimiz noktada,bu konuyu ayrıntılarıyla inceleme mecburiyetimiz doğmuştur.
Baykal 1959’da Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş,doktorasını tamamlamış 1963-1965 arası Rockfeller bursu sayesinde Columbia Üniversitesi ve California Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürmüştür.1973’te ilk defa milletvekili seçilmiş,1974’te Maliye Bakanlığı,1978’de ise Enerji Bakanlığı yapmıştır.80 darbesiyle hapse girmiş,1987’de SHP’den milletvekili olmuştur.1990’da SHP’den istifa etmiş,1992’de CHP Genel başkanı olmuştur.1995’te Dışişleri Bakanlığı ve Tansu Çiller’in yardımcılığını yapmıştır.<I>Ayrıca Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlementolararası Komitesi eşbaşkanlığını yürütmüştür.Aynı dönemde Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi üyeliğine seçilmiştir. </I>Daha sonra siyasi olarak yasama ve yürütme görevlerinde bulunamamıştır.
Siyasetle iç içe geçmiş tam 33 yıl.
Dile kolay…
Bugüne geldiğimizde ise tablo şudur: Bağımsızlığını yitirmiş,devrimlerin kazanımlarını kaybetmekte olan,ABD esaretine girmiş bir Türkiye.Başımızda yobazlar,çağdaşlık maskelerine bürünmüşler,AB dalgasıyla oyunlarını güzelce sürdürüyorlar.
Gerçekten büyük bir güç karşımızdaki.Dünyanın en büyük gücü ABD, ilahi merkez Brüksel , şeriatçılar , Kürtçüler,ikinci Cumhuriyetçiler…
Bu kadar bol düşman Sovyetlerde yoktu!
Peki biz?
<I>Biz sadece tam bağımsız,çağdaş,gerçekten demokratik bir Türkiye istiyoruz!
Biz insanına çalışan devlet,fakir-işsiz-aç yaratmayan sistem,tüm vatandaşların kardeşçe yaşayabildiği bir ülke istiyoruz!</I>

Bu da demektir ki; ABD’yi,AB’yi tasfiye etmek,terörü yok etmek,ülkeyi gerçekten kalkındırmak zorunda olmak.Bu iş sözle olmayacağından,hemen oklarımızı demokrasiye,dolayısıyla sandığa yöneltelim.Bu idealimizin gerçekleşebilmesi için,yönetim erkine ‘’Kemalist’’ güçlerin gelmesi gerekmektedir. Bunun için de , kimsenin CHP’den başka parti önereceğini sanmıyorum. (Şu an için özellikle)
Peki CHP Kemalist mi?
Evet Kemalisttir değerli arkadaşlar.Partili gençlerin neredeyse tamamı,dişiyle tırnağıyla parti için çalışanlar Kemalisttir CHP’de. Koltuk için değil,vatan için,Mustafa Kemal için partiye gidenler Kemalisttir. Taban Kemalisttir.Ya yönetim? Baykal ve ekibine Kemalist demek mümkün müdür acaba? Hayır. Çok açıktır ki ; Kemalist olmanın gereği 6 oku tamamen benimsemektir. Sadece laiklikle ve milliyetçilikle Kemalist olunmaz. Hele ki toplumun geneli muhafazakarsa yalnız‘’laiklikle’’ oy alınmaz. Bizim yeni açılımlara ihtiyacımız yok.
Bizim halkçı olmaya ihtiyacımız var.
<I>AB’ye onurlu girişe!! değil! </I>
Bizim devrimci olmaya ihtiyacımız var!
<I>AKP’nin ekonomik programını devam ettirmeye değil! </I>
Partinin tabanıyla,yönetimi arasında inanılmaz bir görüş ayrılığı vardır!Bu zulme direnenler tasfiye edilmekte,susturulmakta ve etkin görevlerde bulundurulmamaktadır! CHP örgütlerine gidenler,ya da içinde bulunanlar bilirler ki ,CHP il-ilçe örgütlerinin yüzde 80’i bitik durumdadır. Bunun sebebi de ,dışlayıcı,küstürücü yönetim politikalarıdır.
Bütün bunları göz ardı ettiğimizi düşünelim. Hemen; CHP Gençlik Kolu’na üye bir gencin partisi için yapabileceklerine gelelim. Genç; Tayyip’in sözlerini,düşüncelerini içinde bulunduran bir dosya hazırlayıp bunu halka sunar,karşısındakini ikna eder ve ilk adımı tamamlar. Sonraki adım,bu kişiye doğru yerin kendi partisi olduğunu söylemesidir ve bunun için bir takım girişimlerde bulunur. İşte tabandan bunu başaran partiler yüzde%90 oranında tek başına iktidar olmuşlardır.(1972 Ecevit yüzde 42 ardından yüzden 45 almıştır, Tayyip yüzde 34,ardından yüzde 47)
Bir önceki paragrafta belirttiğim hususlar bir anda gerçekleşebilecek şeyler değildir. Bir çok dış etkeninde , partili gencin lehinde olması gerekmektedir.Mesela nelerin?
Liderin karizması(özellikle),geçmişi,hatipliği.
Eğri oturup,doğru konuşalım. Tayyip efendiyi halk içlerinden biri gibi görüyor. Ağzı çok iyi laf yapıyor.Konuştuğu zaman ikna ediyor.
Mantık yürütmeye devam edelim; partili genç bunca engele rağmen karşısındakini ‘’Tayyip’in Atatürke,ülkeye,insana’’ ihanet içinde bulunduğuna ikna ediyor ve ikinci adıma geçiyor. Tamamiyle lidere bakıp oy veren bu halka alternatif olarak Baykal’ı sunduğunuzda karşıdakinin aklına şu gelecektir. ‘’1970’lerdeki kuyruklar,1990’lardaki enflasyon,krizler,hep aynı şeyleri söyleyen bir adam’’ . O zaman, partili genç düşünecek ve ‘’benim bu çift yönlü olumsuz etkenlere (düşman güçlü,liderim bitik karşı bir alternatifim olmalı’’ diyecek. Mesela halkın yüzde 78’i AB’ye,yüzde 92’i ABD ‘ye hayır diyor. Baykal ise; ‘’AB fikri içimi bir hoş ediyor’’ ifadesini kullanmakta. Terörün ve neredeyse tüm sorunların arkasında ABD emperyalizmi varken, bunu bir defa bile açıkça söyleyemiyor.Partili genç karşısındaki muhtemel ‘’işsiz-fakir’’ kişiye,buna yönelik partisinin bir projesini hiç olmazsa liderinin beyanını sunacak. Böyle bir projesi var mı Baykal’ın? Yok!(Kendine karşı diye,genç ve dinamik beyinleri partiden atmasa olabilirdi) Partili genç ne yapacak? Karşısındakinden ‘’Baykal’ın başarısızlıklarla dolu geçmişini dinleyecek ve başını öne eğip,gidecek’’

Baykal’ın karizması yok değerli arkadaşlar.Bir konuştuğu zaman yeri göğü inletecek hatipliği yok.İnsanlara duydukları zaman ‘’evet,işte bu’’ dedirtecek bir projesi,düşüncesi yok.Herşeyden önemlisi politikası yok!
33 ilden milletvekili çıkaramayan,<I>Diyarbakır’da MHP’ye bile geçilen bir sol partiden bahsediyoruz. </I>Kendi memleketinde birincilik çıkaramayan tek liderden bahsediyoruz.
‘’Tek başına iktidara getiremezsem bırakırım diyip’’ 4 genel,3 yerel seçim kaybeden birinden…
Geçmişi başarısızlıklarla dolu,politikadan,dinamizmden uzak bir liderin CHP’nin,Kemalistlerin başında olmaya layık değildir.
Kendi tabanı tarafından sevilmeyen birinin,kendine oy vermeyenlerin bir dahaki seçimlerde oyunu kazanması mümkün değildir,görülmemiştir.
Orada kalması , CHP’ye zarar vermektedir. Kemalist Usta Alev Coşkun’un da dediği gibi ‘’CHP’nin içindeki devrimci-Kemalist kanadın şahlanması,iktidar olması için’’ Deniz Baykal’ın görevi bırakması gerekmektedir.
Aksi halde,Türkiye’de yaşanan muhafazakarlaşma,CHP’ye de tamamen bulaşmış olacak ve bir avuç Baykalcıyla beraber Atatürk’ün partisi başarısızlıklarla yoluna devam edecektir.
Biz Mustafa Kemal’in çocukları olarak,Atatürk’ün Türkiyesini yaşatmak için yenilenmiş bir partiye ve lidere ihtiyacımız olduğunu bildiriyoruz..
Sıkılmadan,art niyetten uzak okuyan herkese teşekkürü borç bilirim.
Saygılarımla..

İşbirlikçi Baykal-Fatma Sibel Yüksek

BAYKALIN İŞBİRLİKÇİLİĞİNİN,TESLİMİYETİNİN TESCİLİ,BOP'UN EŞBAŞKANLIĞINA TALİP OLMASI,KUKLA DEVLETİ TANIMA VE TÜRKİYE TARAFINDAN BU DEVLETİN GELİŞTİRİLMESİ SÜRECİ ABD'NİN CHPYİ BAYKAL ELİYLE TASFİYE ETMESİ.
Deniz Baykal, "şahinlik"ten vazgeçti ve "güvercin" takılmaya karar verdi...
Hem de "Alçaktan Uçan Güvercin" (Orijinal isim, değerli edebiyatçımız Tarık Dursun Kakınç'ın bir romanına aittir)...
Daha düne kadar
"Girelim,Yıkalım,Analarından Doğduklarına Pişman Edelim!" Diyen Baykal,Birden Bire Partisinin Yeni "Terör Ve Güneydoğu Politikasını" Açıkladı Ki Ne Görelim..
"Operasyon Tek Çözüm Değil"
Diyor Sayın Baykal,
"Kuzey Irak İle Kültürel,İnsani,Ekonomik İlişkiler Kurmalıyız; Kürt Gençleri Seçkin Üniversitelerimizde Okutmalıyız"
Diyor;Dahası
"Habur Yetmez, Ovaköy'de Yeni Sınır Kapısını Da Açalım!"
diyor...( Habur kozu Barzani Çapulcusuna Karşı Çok Etkin Kullanıldı(!), Bir De Ovaköy Açılırsa Arkamız Tavana Vurur Artık...)
Ve Daha "Fesupanallah!" Dedirtici "Eylem Planları" Öneriyor CHP Genel Başkanı...
Yeni Şafak Gazetesi,Baykal'ın Bu Ani Çıkışını;
"SINIR ÖTESİNE OVAL OFİS AYARI"
başlığı ile duyurdu okuyucusuna..Şöyle verdi haberi Yeni Şafak:
Sınırötesi operasyonunun en hararetli savunucusu ve olası bir operasyonda sadece terör örgütü PKK'nın değil Mesut Barzani'nin de hedef alınmasını isteyen CHP lideri, dün yaptığı açıklamalarla herkesi şaşırttı."
Gazete, Baykal'ın "fikir babasının" Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök olduğuna da dikkat çekiyor.
Hatırlayacağınız gibi Özkök,
'Ya muhatabım, sınır komşum kalacaksın, ya da düşmanım olacaksın"açılımını ortaya atmış, pek heyecana kapılan
BAYKAL; Baykal Da Emin Çölaşan'ı Bile Unutup "Bravo Ertuğrul,Müthişsin!" Diye Kendisine Telefon Açmıştı..
"Şarapçı Genel Yayın yönetmeni"ne çıkan adını tadil etmekle meşgul olan ve bugünlerde pek bir "milliyetçi" ve pek bir "yerli" takılan Özkök'ün 'taktik ve manevra amaçlı" ortaya attığı fikirler, "Cumhuriyeti kuran" partinin aklına bugüne kadar hiç gelmemiş demek ki!
Ne diyelim.. Hayırlı uğurlu olsun, Allah muhabbetlerini bozmasın...
Yeni Şafak'ın haberinde yaptığı tespitler doğrudur.
Bu,CHP'ye Yapılmış Bir 'Oval Ofis' Ve Ertuğrul Özkök Ayarıdır... Ayrıca Da Hiç Bir "Orijinalitesi" Yoktur. Bu Yöntemlerin Tümü Devlet Tarafından Yıllar Boyunca Temcit Pilavı Gibi Çevrilip Çevrilip Denenmiştir.
Türkan Saylan'ın meşhur "eğitim bursları", bugün Kuzey Irak'ta deve yüküyle para kazanan şirketlerin varlığı, bölgeye sağlanan elektrik başta çeşitli lojistik destekler, akaryakıt kaçakçılığına göz yumulması...
Tümü, Baykal'ın yeni bir şey zannedip üstüne atladığı "devlet politikasının" sonuçlarıdır...
Hepsi De Barzani'nin Daha Da Güçlenmesine, "Büyük Kürdistan" Hayalinin Ete Kemiğe Bürünmesine Yaramış,Başka Da Hiç Bir Şey Olmamıştır...
Deniz Baykal Da, Ertuğrul Özkök De Bunu Bilmiyor Olamazlar.
Olamazlar ama onlar kendi dertleri ile meşgul..
Birisi, halkın nefretini kazanmış bir medyanın "amiralliğini" yürütüyor; "iktidarla ters düşmeyelim, şarap içip magazin yazalım" şeklindeki talimatları ifşa olmuş...
Yani yıpranmış,"imaj yenilemeye" ihtiyacı var...
Diğeri, eridikçe eriyen bir partinin genel başkanı..
CHP'nin bu 'sürpriz çıkışında' nesnel etkenler de var ki birincisi; Yeni Şafak'ın işaret ettiği "Oval Ofis faktörüdür".
Hatırlayın, geçen haftaki grup toplantısında Baykal, Bush'un Erdoğan ile yaptığı görüşmede PKK terörü konusunda dile getirdiği görüşlerin "bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini" savunmuş ve Bush'un sözlerini her nedense 'kararlı bir işbirliği ifadesine" yormuştu...
CHP, Süper Güç'ün politikalarına ters düşmek istemiyor.
Belki de uğradığı oy kaybının sebeplerinden birisi olarak bunu görüyor, kendisine AKP'yi örnek alıyor, hatta AKP'nin yerini almak istiyor ...
(Baykal'a bir türlü gelmeyen iktidarı bu yoldan işaret edenler mi var dersiniz? Yani Washington üzerinden?? Baykal'a birileri,
"Amerika, aslında AKP'den memnun değil..Kerhen destek var. Gelin şu Kürt sorunu görüşünüzü değiştirin; önünüzde yeni kapılar açılacak"
mı diyor?)
Birinci sebep bu...
İkincisi, eski Genelkurmay başkanları ve bazı etkin kuvvet komutanlarının Fikret Bila'ya yaptığı açıklamalardır...Hepsi de geçmişin özeleştirisini yaptı ve özetle "Güneydoğu politikaları yanlıştı" dediler...
En şahinler bile "şahinlikten" vazgeçerken, CHP "devletin temel duruşlarını" korumaya çalışan bir parti olarak kendisini yalnız hissetti.
Bugünü AKP medyasına hak verme günüm ilan ediyorum (!)Yeni Şafak'tan sonra Sabah Yazarı Emre Aköz'e de hak vereceğim..
Aköz, Kenan Evren'e 'özeleştiri yapıyorsan Diyarbakır cezaevinin de hesabını ver' diye seslendi. Haklıdır. PKK'yı PKK yapan Diyarbakır Cezaevi'dir...
Dilimize "Gülümse hadi gülümse, bulutlar gitsin" dizelerini ve "Mamak Türküsü"nü kazandırmış olan dünya kibarı insan Kemal Burkay'ı, önemli bir Kürt entellektüel olan Tarık Ziya Ekinci'yi bölücü saflarına iten Diyarbakır Cezaevi'dir..
Diyarbakır Cezaevi'nin ayıbı Türk milletinin tarih siciline yazılacak, Marmaris Paşası 'Benim sorumluluğum yok" deyip sıyrılacak, yok öyle yağma!)
Evet...
"Güvercin" saflarına CHP de katılmış bulunuyor... Hem de 'alçaktan uçanından'..
CHP'nin "yeni güneydoğu politikası" Türk milletininin gönlünde makes bulur mu bilemeyiz: ancak KYP ve KDP temsilcileri ile Fehmi Koru'nun gönlünde hemen makes buldu! Baykal'ı övücü açıklamalar yaptılar...
MHP'li bir dostum, Abdullah Gül'e destek politikalarının nedenini
"Halk bizi CHP ile özdeşleştiriyor, 'dinsiz' muamelesi görüyoruz. Gül'e karşı çıkarsak, karısı başörtülü bir müslümanın cumhurbaşkanlığını engelleyen parti konumuna düşeriz. Halktan daha fazla kopmak istemiyoruz"
şeklinde açıklamıştı...
Şimdi CHP de "MHP'ye benzetilmek" endişesiyle hareket ediyor; güler misiniz ağlar mısınız...
Kendilerine Atatürk'ün mirasına sahip çıksınlar, bölücülük ihanetinin belini kırsınlar diye oy verdiğimiz partiler,
"AKP böyle oy aldı, biz de onlar gibi yapalım"
yarışına girmişler..
Aferin onlara!
Herkesi sırayla nasıl da hizaya getiriyorlar...
BASIN KULÜBÜ FACİASI!
Biz bu yazıyı yazarken, Sayın Baykal Habertürk'te Basın Klübü programında yeni zannettiği fikirlerini büyük bir heyecan ve coşku ile anlattı..
Kafalardaki
"Bu ani değişim de nereden çıktı?"
sorusunu yatıştırmak için sık sık,
"Bunlar benim kendi düşüncelerim"
dedi...
Bir ara "büyük devletlere" göz kırptı, İsrail'i bile savunmaya meyletti..
Barzani'nin iş ortağı İlnur Çevik ile keyifli keyifli şakalaştı
..Birileri Baykal'ı çok heyecanlandırmış, gençlik aşısı yapmışlar adeta!
(Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay pek kaygılı bir yüz ifadesi ile dinledi Baykal'ı, fazla soru falan da sormadı...
Cumhuriyet gazetesi ne diyecek şimdi bu işe? İdeolojik refiki CHP'ye destek mi verecek, yoksa yetmiş yıldır savunduğu görüşlerden çark mı edecek?)
CHP liderinin geldiği-getirildiği noktadan çıkarılacak sonuç şu:
Maalesef Sayın Baykal'ın ipi çekilmiş görünüyor. Tıpkı Mehmet Ağar olayında olduğu gibi, Baykal'ın siyasete vedası da "düzova şutu" ile gerçekleşecek.
Birileri, Sayın Baykal'ın siyasi misyonunu sona erdirmeye karar vermişBirileri, Sayın Baykal'ın siyasi misyonunu sona erdirmeye karar vermiş.CHP liderliği için çok sürpriz isimler ortaya çıkarsa şaşırmayalım. Onlar şu anda sahne arkasında hazırlık yapıyorlar...
Fatma Sibel Yüksek

Baykal'ın U Dönüşü Nasıl Dizayn Edildi? -

Baykal'ın U Dönüşü Nasıl Dizayn Edildi?
Deniz Baykal'ın herkesin gözü önünde gerçekleştirdiği "Kürdistan" U Dönüşünün içeriği üzerinden CHP liderinin profilini yükselten medya; CHP liderinin bu U Dönüşü'nün arka planda nelere denk düştüğünün üzerine gitmiyor.
hükümetin İngiltere ve Oval Ofis maceralarına kadar bir çok vaka; son günlerde Türkiye'yi uluslararası diplomasinin merkezine , hala Cumhurbaşkanı olduğunu idrak edememiş ABDullah Gül'ü ve hala kendini BOP Eşbaşkanı olarak gören Tayyip Erdoğan'ı da Suudi Kralı'nın yanıbaşına oturttu.
İlginçtir Leman Dergisi kapağı eksik çizdi ve Tayyip Erdoğan'ı aynı kareye koymayı unuttu.
İlber Ortaylı ile birlikte Yeni Osmanlı sürecinin akademisyeni olarak spot ışıkları üzerine çevrilen Yalçın Küçük'ün de;
ATV'de karşısına neo-liberal isimleri alıp ;
"Musul konusunu artık masaya yatırmalıyız"
tezini savunmaya başlayan Fehmi Koru'nun da nihayetinde hizmet ettiği plan Anglo-Sakson Ekole Ait.
TÜRK Devleti'nin etkin kanadının da senkron olduğu bu proje bizimkilere "Büyük Devlet" ; "Osmanlı" Hülyaları ile pazarlanıyor.
Öyle bir plan ki; Bu Planda
*İslamcı Araplarla Aranızda Laik Bir Kürdistan Oluşacak Fena Mı?" Cümlesi Üzerinden Laikçilere;
*"Muhteşem Osmanlı Geri dönüyor." Cümlesi Üzerinden Muhafazakarlara/İslamcılara;
***"Emperyal TÜRKİYE; Musul'u Kontrol Edemeyen, Diyarbakır'ı Kaybeder" Cümlesi Üzerinden Milliyetçi/Ulusalcılara Hatta KEMALİSTLERE;
*"Bölgesel Özerklikle TÜRKİYE'YE Bağlanacak Kürt kardeşlerimiz" Cümlesi Üzerinden Neo-Liberal Solculara;
"Kürdistan" Kod Adı Üzerinden Kürtçülere Yetecek Kadar Bol Bal Var.
Küresel Güçler Şimdi Bu Balı Kaşık Kaşık TÜRK Devleti'nin Saç Ayaklarına Çalmakla Meşgul
Halbuki Hiç Kimse Bunun
Musul/Kerkük Tuzağının TÜRKİYE'Yİ Kürtleştirme Projesinin En Kritik Ayağı Olduğunu Göremiyor.
"Milliyetçi/Ulusalcı" Sitelerde Musul'u Da İçeren Yeni TÜRKİYE Haritaları Dağıtanlar;
Bu Yeni TÜRKİYE'DE Kürt Nüfus Oranının Şimdikine Oranla En Az İki Katına Çıkacağını Ve Mevcut Oranla Bile Sorun Olan Sosyal/Siyasi Temsiliyet Konularının Yeni Oran Ve Yeni Bilinç Dnamikleri İle FEDERALİZM Sürecini Daha Da Hızlandıracağını Hesaplamıyorlar.
Yalçın Küçük;
"Musul'u almayan ; Diyarbakır'ı kaybeder"
beylik tezini ortaya atarken hiç kimse;
"Hocam, biz daha Diyarbakır'a sahip değiliz. Küresel cadı kazanının merkezindeki Musul'u nasıl kontrol edeceğiz?"
diye sormuyor.
Baykal; TÜRK Devleti'nin Etkin Kanadının Da Senkron Olduğu Ve Washington Zyareti Sonrasında Son Rotüşların Yapıldığı Bu Yeni Osmanlı Trenine İşte Son Vagonda Bu Yüzden Katılıyor.
Yolcularının Musul'a gittiğini zannettiği bu trenin makinistleri de; treni uçuruma doğru giden yolda hızlandırırken; Baykal'ın şahsında bir kesimin/ekolün de bu trene bindirilmesinden çok memnun olacakları ki medya borazanlarını sonuna kadar sevinçle öttürüyorlar.
Yeni Osmanlı trenine son dönemde hız verildiği tezinin en önemli desteklerinden bir tanesi Baykal'ın ; kamuoyuna "bu kadar da olmaz" dedirten U-Dönüşünün arka planında gizli.
Daha bir kaç hafta öncesine kadar Barzani'nin tepesine bomba yağdırmaktan sözeden ve militarist söylemin en keskin jargonlarını kullanan Baykal'ın söylemindeki değişimin arka planını merak edenleri
Baykal'ı Bu Söylemi Değiştirmeden Önce Üç Gün Nereye Kapanıp "Çalıştığını" Ve Ziyaretçilerinin Kimler Olduğunu Araştırmaya Davet Ediyoruz.
Ayrıca bu söylemle beraber devreye sokulan medya çalışmaları çerçevesinde konuk olduğu Haber Türk'te kamuoyunu apaçık niye yanlış bilgilendirdiğini birilerinin Bayka'la sorması lazım.
Ne demişti Baykal? "Bunu medyaya duyurmak için özel bir çaba göstermedim".
Baykal; HaberTürk'te bu söylemi medyaya duyurmak için hiç bir özel çabalarının
olmadığını ve Küçükşahin'le bir kahvaltı sırasında sorması üzerine bunları söyleyince konunun manşetlere taşındığını iddia etti.
Halbuki elimize ulaşan bilgiler; Baykal'ın bu üç günlük "çalışma seansı" sonrasında basın müşaviri Baki Özilhan'a randevu bekleyen iki büyük gazetenin muhabirlerini özellikle çağırması talimatı verdiğini gösteriyor.
Dolayısı ile ortada; Baykal'ın yeni dizayn söylemini büyük medyaya özellikle duyurmak için bilinçli bir zamanlama ve strateji olduğu görülüyor.
Son günlerde "Ertuğrul Özkök'ü arayarak tebrik edip, aynı fikirde olduğunu belirtenler" üzerinden Türk Devleti'nin altına imza attığı anlaşılan dönüşüm projesini kamuoyuna yudum yudum besleyenlerin bir siyasi liderden çok devlet adamı özellikleri taşıyan Baykal'ı da Anglo-Sakson güçlerle üzerinde uzlaşılan Yeni Osmanlı/Musul planı çerçevesinde devreye soktuğu anlaşılıyor.
Bu planı yapanların unuttuğu; bu trenin daha önce de bir çok kez bu istasyondan yola çıktığı ama nedense hep bir yerlerde raydan çıktığıdır. Haklarını vermek gerekir ki; bu sefer tren yolcularını uçuruma; çok daha konforlu ve manzaralı bir rotadan, keyif verici toplumsal uyuşturucuların servis edildiği kompartmanlarla taşıyor.
Türkiye'yi Osmanlı'ya dönüştürerek büyütme masallarına inananların, bunun Anglo-Sakson ittifakının nitelikli bir tuzağı olduğunu görüp bir an önce uyanmasını diliyor; Baykal'ı da önce Erdoğan'laştırıp, sonra Ağarlaştırmadan önce Türk solunun bu harap kalesine iyi bir lider yetiştirmeleri gerektiğinin altını çiziyoruz.
Nitekim; bütün sentetikliğine ve haraplığına rağmen, CHP'nin temsil ettiği "sol" sadece Millet'e değil, Devlet'e de lazım. En azından bir manivela olarak.
Açık İstihbarat

Baykalla Olmaz-Alev Coşkun

6 Ok'a Dayalı Büyük CHP ... Alev COŞKUN
" 22 Temmuz genel seçim sonuçları CHP içinde sarsıntı yarattı ve parti içinde bir hareket başlattı. Bu hareketin bugünden sonra durması da beklenmemelidir.
CHP'nin Mart 2008'de Büyük Kurultay'ı toplanacaktır. Şu anda 4 genel başkan adayı vardır, günler yaklaştıkça, CHP yönetimi de sertleşiyor, telaşlanıyor. Kimi yönetimler (örneğin Balıkesir, Milas, İzmir - Konak ilçesi gibi) görevden alınıyor.
Seçim sonuçlarından hiç de memnun olmayan Kemalist ve aydınlanmacı kesimde de CHP için bir değişim beklentisi var. Bu değişimi CHP'nin tabanı da istiyor, geniş halk kitleleri de istiyor.
Bu değişim hareketinin ana ekseni ne olmalıdır?.. Nasıl bir içeriği olmalıdır? CHP'nin yeniden güçlenmesi ve yeniden halk kitleleriyle bağlarının sağlamlaşması için ne yapmalıdır? Aday olan kişiler üzerinde durmak yerine ana felsefe üzerinde durmak daha yararlı olacaktır.
Ana eksen
Bu hareketin ana ekseni Mustafa Kemal 'in devrimci 6 oku olmalıdır. Uzun yıllardır CHP'nin üst yöneticileri tarafından unutulan Mustafa Kemal'in 6 oku yeniden temel eksen yapılmalıdır. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimcilik... İşte bu ilkeler, CHP'ye yeniden güç ve enerji verecektir.
Eğer böyle olursa, yeni genel başkanın liderliğinde yeni CHP, bu ilkeler etrafında yeniden kendine gelecektir.
Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet, 29 Ekim'de 84. yıldönümüne ulaşacaktır. Ama, Cumhuriyetin temel ilkeleri her geçen gün kemiriliyor, Türkiye Cumhuriyeti kuruluş temellerinden, kuruluş felsefesinden saptırılıyor ve uzaklaştırılıyor. İşte CHP'deki yeni değişim bu ana konuyu hiçbir zaman göz ardı etmemelidir. Atatürk Cumhuriyeti'ni korumanın temel yolu da 6 oka yeniden ve gerçek olarak inanmak ve uygulamaya sokmaktan geçer.
Hepsi bir oldu
Bugün Türk siyasal yaşamında Cumhuriyet karşıtları, Cumhuriyetin temel ilkelerini ve özellikle laiklik ilkesini içine sindiremeyenler, İslami yaşam biçimini Türk toplumuna dayatmak isteyenler, Cumhuriyet ve Atatürk ilkelerinden rövanş almak niyetinde olanlar, özetle karşı devrimciler ve etnik temele dayalı bölücülük yapanlar bir oldular. Amaçları Atatürk'ün kurduğu laik Cumhuriyeti yıkmaktır.
Cumhuriyeti yıkmak isteyenler, demokrasinin kutsal değerlerinin arkasına sığınarak ve demokratlığı ön plana çıkararak bu eylemlerini sürdürüyorlar..
Ülkemizin bugün içinde bulunduğu koşullar Aydınlanma felsefesine inanan tüm Atatürkçülerin bir araya gelmesini gerektiriyor. Bu da işte büyük CHP demektir. Bölük pörçük mevzi cephelerle temel savaş kazanılamaz. Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nda Mustafa Kemal herşeyden önce örgütlenmeye önem verdi. Önce çoban ateşleri gibi orada burada öbek öbek yanan Kuvayı Milliye'yi birleştirdi, büyük cephe oluşturdu..
Bugün, etkinliği sadece TBMM çatısı altında olan bir CHP vardır. Ne yazık ki Meclis'teki CHP grubunun duvarları arasına sıkışmış bir CHP vardır... Oysa CHP ile halk arasındaki duvarların yıkılması, CHP üst yönetiminin halk kitleleriyle kaynaşması gerekir.
Bunun yolu, bir adayda birleşmek, 6 oku temel almak ve büyük CHP'yi kurmaktan geçer..
Bütün Anadolu'daki örgüte yayılmış etkin kadın kolu ve gençlik kolu örgütü olmayan bir CHP hiçbir zaman % 20'leri geçemeyecektir.
Cumhuriyet bugün tehlikededir. Bu tehlikenin farkına varan büyük kitleler seçimlerden önce bir araya gelerek bir ay içinde Türk siyasal yaşamının en büyük dört mitingini yarattılar. Bu kitlesel eylem aslında dünya siyasal tarihine de geçti. Bu dinamik kitle, artık CHP'de değişim istiyor ve bu değişimin Atatürk ilkeleri etrafında olması gerekiyor.
CHP'nin asıl tabanı bu nitelikli ve devrimci kitledir. CHP bu kitlelerle, geniş halk kesimleriyle diyalog kurmalıdır.
CHP Meclis'teki CHP grubunun duvarlarına hapsedilmekten kurtarılmalıdır, Genel başkanıyla, merkez yönetim kuruluyla, tüm milletvekilleriyle, kadın kolları ve gençlik kollarıyla Anadolu'ya yayılmalıdır.
CHP'nin yeni genel başkan adayı, CHP ile halk arasında örülmüş bulunan duvarları yıkacağını, iktidara gelmek istediğini, 6 ok'a dayanacağını korkmadan açıklamalıdır.
CHP'de değişim isteyenlere önerimiz şudur; muhalefet dağınıklığı bırakmalıdır. Armudun sapı var, üzümün çöpü var denilmemeli, önce CHP tabanının kabul edeceği ortak aday üzerinde birleşilmelidir.
Kurultayın kazanılması köy ve mahallelerden başlayan delege seçimlerinin kazanılmasından başlar. İlçe ve il kongrelerinden geçerek kurultaya dayanır. Bu sürecin çok iyi yönetilmesi gerekir.
Sorun şudur:
Bizi kim yönetecek, Türkiye'ye kim yön verecek?..
AB mi? ABD mi?
Her gelen bize, biz sizin için çok güzel şeyler düşünüyoruz diyor.
Bir tarafta bütün dünyada, kabul edilen soykırım kararları.
Bir tarafta AB'de itilip kakılan bir Türkiye.
Artık yeni bir yol çizmenin zamanıdır. O yol da 6 okun yeniden gündeme getirilmesinden geçer. Bağımsız Türkiye'yi Türkler yönetecektir diye korkmadan açıklamaktan geçer. "
ALEV COŞKUN - CUMHURİYET